I- Gizli saklı örtük örtülü herhangi bir şey kalmasın bu dünyada, diye çalışıyor sanki kameralar, mikrofonlar; fakat aynı zamanda bu kameralar, bu mikrofonlar çalışabilme güçlerini bir şeylerin hâlâ gizli saklı, bir şeylerin de üstü örtülü ve kapısı penceresi kapalı kalabilmesine borçlular.
Postmodern dönemlerin oryantalisti de bu açıdan bir açmaz içinde. Bir taraftan klasik oryantalizmi eleştirerek aşma kaygısı duyuyor, ahlaki gerekçelerle; diğer taraftan ise mesleğini sürdürebilmek için, oryantalizmi besleyen malzemeyi en elverişli şekilde, yani klasik oryantalizmin öğrettiği gibi kullanmak zorunda.
İranlı gençlerin hayatlarının hâlâ keşfedilememiş sayfaları, batılı seyircinin çekici bulduğu konulardan biri olmaya devam ediyor. Televizyon yapımcıları yarım başörtülü kızları ve saçları jöleyle şekillendirilmiş delikanlıları ille de patenle kayarken, tenis oynarken, hip-hop yaparken, nargile içerken, film çekerken sergilemek istiyor.
Evlerin derinliklerinde de mutlaka medyada teşhire değecek ilginçlikte, tuhaflıkta bir şeyler gerçekleşiyor olmalı; bu umuluyor. Bu tuhaflıklar görülmese de, bilinmese de, icat ediliyor. Konuksever evsahibinin farkedemeyeceği küçüklükteki kameralar, ses alma aygıtları mahrem alanların en uçuk ayrıntılarını ve seslerini ekranlara akıtıyorlar. Reina Lewis, İngiliz gazeteci Ellison'un bir sözünü aktarıyordu, Oryantalizm Üzerine Yeniden Düşünmek'te: "Batı, Doğuluların evleri hakkında bir şeyler okuduğunda, sakat hikayeler işitmeyi beklemektedir." (Kapı yayınları, sf. 153, 179; 2006)
Daha kötüsü ise, yerli oryantalistlerin, ödünç bakış açılarıyla dünya medyasına sundukları paketler ve bunların etiketleri...
II- Batılı gezgin ya da medya mensubu, mesleki hırsının peşinde sahneler keşfetme konusunda Ortadoğu'yu öncelemeye devam ediyor.. Ortadoğu hem gerektiği kadar uzak, hem de tehlikeli ya da kuşkulu olabildiği ölçüde yakındır Avrupa'ya çünkü...
Almanya uyruklu. İran kökenli bir gazetecinin Tahran'da müzisyen gençleri konu alan belgeselinin adı, 'Sessizliğin Sesi'. Röportaj yapılan gençlerden rap sanatçısı Suruş, İran rap müziğinin öncüsü sayılabilir. Sessizlik nedir bilmeyen Suruş'un şarkılarını ve sanat anlayışını yansıtmada bir hayli anlaşılmaz bir başlık, 'Sessizliğin Sesi'. İlle de zorunlu kılınmış bir sessizliğe göndermede bulunmakta direten isimlendirmeler, Gayatri C. Spivak'ın tabilerinin kendi içinden değil de dışarıdan dayatılan nedenlerle sönümlenen sözlerini çağrıştırıyor.
İran üzerine Batı medyasında devrimden bu yana en fazla yer kaplayan fotoğraflardan biri, siyah çarşaflı kadınlarla ilgili olanlardır.
Buna karşılık devrimden sonra ülkenin büyük bir nüfusunu teşkil eden dindar kadınlara ilişkin gelişmeler, bu haberlerde söz konusu edilmez. Geçen ay kapatılmış olan Zenan dergisi, son sayılarından birinde bu konuda yapılmış daha farklı bir araştırmaya yer veriyordu. Araştırmanın başlığı "İranlı Genç Kızlar: Geleneksel Eşitsizliklere Dair Modern Rivayetler"di. (Norma Claire Moruzzi ve Fatemeh Sadeghi; Middle East report; No; 241; Winter 2006)
Araştırmanın verilerine göre, devrimden sonra özellikle muhafazakar kesime mensup kadınlar kapalı mekanlardan çıkarak, toplumsal hayat içinde aktif roller üstlenmeye başladılar. Kadınların bu alandaki iddia ve başarılarının en somut örneklerinden biri, üniversitelerde tuttukları yerde kendini gösteriyor.
Kadın öğretim üyesi sayısının oranının %16 ila 17 arasında gösterildiği üniversitelerde kız öğrenci sayısının erkek öğrencilere oranı ise % 60-62 arasındadır. Üniversitelerdeki kız öğrenci sayısındaki artış karşısında Milli Eğitim Bakanlığı, kız öğrencilerin oranını erkek öğrenciler karşısında dengeleyecek bir kota arayışı içindedir.
III- Sevgili Fatma Bostan, Yarın dergisinin internet sitesindeki yazılarından birinde, Avis Allmann'ın Voices of Silence'ına değiniyor. Allman bu kitabında Türkiye'deki başörtüsü yasaklarını ana tema olarak işlerken, sessizleşmeye zorlanan başörtülü öğrencilerin oluşturduğu sese göndermede bulunuyor.
Dinleyiciliğin pasif, anlatıcılığın ise aktif ve kazançlı, getirileri olan bir yanı olduğunu düşünme eğilimi daha baskındır bütün kültürlerde. Aktif bir dinleyicilik imkansızmış gibi... Ya da insan dinleyici olmayı kendisi bilinçli olarak seçemezmiş gibi...
Parmanides'in Kuralı neydi? Hakkında konuşamayacağımız şeyi konuşmadan geçiştirmeliyiz. Fakat hakkında konuşamayacağımız şeyi konuşmadan geçiştirmenin çok da anlamlı olmadığı zamanlar vardır. Konuşmak, elbette risk almaktır. Suskunluk bir tercih olabilir, ama bu suskunluğun derin anlamına bizi inandıracak bir şeyler anlatılsın, bunu bekleriz yine de...
Allmann'ın kitabına geri dönecek olursak... Başörtülü kızlar söz konusu olduğunda, bir sessizlikten söz etmek bir hayli zor. Suruş'un şarkıları için de aynı zorluktan söz edilebilir pekâlâ.
Başörtülü kızlar, varlıklarıyla bir dile dönüşmüş bulunuyor, orası öyle. Suskunluğa kaçtıkları zamanlarda bile, yenileyen veya doğurgan olan konuşmalara hem konu oluyorlar, hem de kaynak. Kaç yıl oldu, toplumumuz, kimlik ve kültür/medeniyet, insan/kadın hakları ve feminizm, kamusal alan ve çoğulculuk... gibi konuları öncelikle başörtülü öğrenciler üzerinden konuşmaya devam ediyor.