Bir İspanyol için İstanbul'un anlamı

Brüksel'in kendine özgü soğuk kış günlerinden biriydi. Mevsimden daha soğuk bir yapının içinde olanca sıcaklığını yansıtmaya çalışan bir fotoğrafla irkilmiştim. 'Tarihi hatası' bir ülkede tarihin çelişkisi gibi duran ironik bir tablo asılıydı. Hayır, girişteki bir tablo değil, bir fotoğraftı. Büyük ebatlarda çerçevelenmiş dev bir fotoğraf NATO merkezine adım attığımız binanın giriş kısmında duruyordu. Bir Amerikan askeri kucağında bir Afgan çocuğuna olanca sevecenlik maskesini takınmış halde bakıyordu. Afganistan işgalinin zihinlerde daha canlı olduğu günlerdi; çatışmalar, şiddet devam ediyor, NATO işgali ülkede 'düzeni' kurmaya çalışıyordu. Amerikan askerinin fotoğrafı, Amerikalıların siyah-beyaz Vietnam Savaşı propaganda afişlerini hatırlattı. Yeni Vietnam Afganistan, yeni düşman Afganlılar ya da topyekûn Müslümanlar...

Bir Türk gazeteci olarak NATO yetkililerinin -terörle küresel savaş adına NATO'nun neler yaptığını, yeni dönemde rolünün ne olduğuna dair- bilgilendirme sunumlarını dinlemiştim. Öğle yemeğinde bizim gruba ev sahipliği yapan NATO görevlileriyle beraberdik. Karşımda İspanyol bir hanım diplomat vardı. Sohbet sırasında birden bana dönerek hiç beklemediğim bir soru sordu: 'Türkler İstanbul'un hala başkent olduğunu düşünüyorlar mı?'

Bu soruyu ancak hafızasında Endülüs izleri taşıyan bir İspanyol sorabilirdi. Verdiğim cevap karşısında en az benim soruya şaşırdığım kadar İspanyol diplomat da şaşıracaktı. 'Elbette, İstanbul Türkler için hala bir başkent!' Ne var ki, cevabımdaki espriyi anlamamış olacak ki 'ya Ankara?' diye üsteledi.

Bir İspanyol diplomat bir Türk'e neden böyle bir soru sorar? Bir NATO görevlisi olarak Türkiye'nin başkentinin neresi olduğunu bilecek kadar bilinçli bir soruydu. Türklerin İstanbul'un başkent olduğunu düşünmeleri için nasıl bir gerekçeleri vardı bir İspanyol'un nazarında?

Benzer bir soruyu Selanik'te bir Rum öğretmen sormuştu. Hem de sesinde biraz tehdit, biraz öfke karışımı tonlama ile: 'Ayasofya'yı neden kilise olmaktan çıkarıp müze yaptınız?' Sanılanın aksine cami olmasından çok müze halinin hesabını sorar hali vardı.

Barselona'daki Al-mudejar sanat etkisi altında binaları, Cadiz'de Ulu Cami'nin yerine yapılan büyük katedralin yanında yükselen ve 'bir zamanlar minare idim' diye seslenen çan kulesini, Gırnata'da El-beyazin'de ara sokakta 12. yüzyıldan kalma ve bozulmamış, tek ve tenha kendi başına kalmış camisi yitik minareyi gördüğümde...

Kordoba Camii'nin sütun ormanı arasında dolaşırken her şeyden önce mimarisinde yapılan ışık müdahalesiyle karanlık bir ormana dönüşen caminin boş ve loş hali... Az ilerde olanca ışıklandırmasıyla karanlıklaştırılan, camiden katedrale çevrilen kısmını gördüğümde... Kordoba Camii'nin tam orta yerine mimari müdahale ile katedrale dönüştürüldüğünde ortaya çıkan çirkinliğe Kutsal Roma İmparatoru Şarlken bile karşı çıkacaktı.

Tarihin olanca karartma çabalarına karşın İspanya Endülüs'ün ağırlığından bir türlü kurtulamayacaktır. Sevilla'yı ele geçiren İspanyol kralının Alcazar Sarayı'nı inşa ettirdiğinde El-hamra'nın aynısını istemesine benzeyen bir ağırlık bu. DEVAMI>>>