Halihazırda yargılaması devam eden, lakin bir rapor tarikiyle tahliye olan Üzmez, 14 yaşındaki B.Ç.'yi istismar etmeyi aklından bile geçirmediğini söylerken şenlik ateşini palazlandıracak yeni detaylar veriyor.
Kendileri elinden ve belinden doğan melanetlerden bir 'aydınlanma' sadır olduğuna ilişkin tuhaf rasyonalizasyon süreçleriyle malul. Üzmez'in 'Birlikte olduğum kadınların hepsi çok şükür ihtida etti' dediği günlerde Somali'de Ayşe İbrahim Duhulov biriyle 'birlikte olduğu için' taşlanarak öldürülmüş bulunuyor. Tamam orası Somali, burası Türkiye, arada çoook fark var. Ama bir yanda bugüne dek ortalarda İslamcı diye gezmiş Üzmez'in 'birlikte olduğum kadınlar...' diye yaptığı gönüllü itiraflar, diğer yanda itirafı zorla şerle alınan bir kadının İslam adına vahşice öldürülmesi. Her normal kişi, bu manzaraya bakıp 'Adalet bunun neresinde?' diye sorar. Sahi, İslam bunun neresinde, dahası bunlardan hangisi İslam?
Kuşkusuz ikisi de değil. Somali bir yana, 'yaşanılabilir İslam'ın terkibini ve tarifini ortaya koymak o kadar kolay bir iş değil. Zaten zor olan bu meseleye, başka saikler ve refleksler de eşlik edince işler iyice karışıyor. Neden Hüseyin Üzmez bahanesiyle muhafazakâr kesim "hesap verin, özeleştiri yapın, linç edin!" dayatmasına maruz kalıyor mesela?
Bilindiği gibi Türkiye'de, bir şeriat tehlikesi filan yok; 'toplumun değerleri'ni temsil etmek gibi bir moral üstünlüğü de kuşanarak gelmiş, iktidar dahil ülkenin genel aurasında kendi tarz-ı hayatının görüngüleriyle boy gösteren muhafazakâr bir kesimin bu boy gösterme işini daha uzun bir zamana yayması tehlikesi(!) var. Öte yandan tüm dünya değer erozyonu yaşıyor, modern kapitalizmin yan tesirleri dünyanın hemen her yerinde çeşitli döküntü, alerji ve irritasyonlara neden olmuş durumda, eh, muhafazakâr kesim de Mars'ta bulunmadığından, o da sınavdan geçiyor, kopmalar, savrulmalar, inkırazlar oluyor. Sapma ne kadar kavi, ne kadar korkunç, ne kadar gürültülü olursa modern hayat tarzlarına hakaret ya da müdahale olduğunu düşünen kesimin "ne o, muhafazakârlık filan dediniz ama, 'moral üstünlük' yalan oldu" sevinci o kadar artıyor. Hüseyin Üzmez, Ali Dibo, Deniz Feneri, 'çaydan geçiriyordum' türünden şaibeli isim ve olaylar da söz konusu halat çekme yarışmasının maskotları ya da mottoları haline geliyor. Ağızlarda gizlenen baklalara doğru derinleştiğinizde asıl çekişmenin "din arkaiktir ve bu yüzyılda yaşanılamaz, yaşanılabilseydi kendi İslamcılarınız bu kadar tozutmazdı!" iddiası ile "hayır ben hem modernleşirim hem de bu dini en kral tarafından yaşarım" iddiası arasında olduğunu anlıyorsunuz. Çekişme aslında iki farklı modernleşme tarzı arasında. İki taraf da yanılıyor bu arada.
Bir kere 'din modern yaşam tarzı ile asla bağdaşmaz, bırakın bu inadı ve dini moral üstünlük temin eden bir şey gibi lanse etmeyi' diye düşünenler yanılıyor. Aksine modern çağın yol açtığı arızalar din yoluyla sınanabilir, rehabilite edilebilir; dünyanın dibe battığı şu noktada aynı zamanda dinlere dönüşün yaşanması tesadüf değildir. Zira nedir din? Sırat-ı Mustakîm... İnsanın akleden bir iman, zulmetmeyen bir adalet anlayışı, aşırıya kaçmayan bir lezzet algısı ve yaşam sevgisi üzerinde dengelenmesi hali. Bu bağlamda insan Soho'da bile İslam'ı yaşayabilir.
'Hem süper dindar kalırım, hem de babalar gibi modernleşirim' diyen taraf da şurada yanılıyor: Yıllarca modern Batı'yı eleştirmiş, ona alternatif olabilecek hiçbir kültürel altyapıyı imal etmemiş, sonra gidip Batı medeniyetinin en süfli yanlarına yapışmışsın. Modernliğin iyi yanlarına, akıl yoluyla vardığı doğrulara, insan hakları noktasında geldiği düzeye, gündelik hayatı estetize etme, edebiyatı, sanatı evrensel bir iletişim aracı haline getirişine filan hiç bakmayıp, ürettiği zulme talip olmuşsun. Sınıflar arası eşitsizliği derinleştiren vahşi ekonomi disiplinlerine uyarak, Ramazan ayında işçi çıkarmayı önemli bir taviz olarak görmeyerek, tüketim toplumunun bütün mekanizmalarına eklemlenerek ve bu arada kadın-erkek eşitsizliğini körükleyerek...Nasıl hem tam tekmil Müslüman kalabilecek ve aynı zamanda modern olabileceksin?
Kaynak: Zaman