Bir devrin sonuna geldik...


Seçimlerin çözdüğü düğüm tek değil. Sonuçlar askeri kışlasına davet etmek, “siyasi alanı genişletip tahkim etmek”le, yani sadece siyasi krizi çözmekle kalmadı. Aynı zamanda kurumsal krizin aşılmasına da zemin hazırladı.

Nitekim son iki gündür yaşanan gelişmeler, Anayasa Mahkemesi'nin koyduğu “zorunlu uzlaşma kuralı”nı anlamsız hale getirmiştir.

Seçim kampanyası sırasında yapılan çalışma ve araştırmalar AK Parti'nin yarışmadan birinci parti çıkacağını, ancak “anayasal bir çoğunluğa” ulaşamayacağını gösteriyordu.

Bu durumda AK Parti'nin 11. Cumhurbaşkanı'nı seçebilmek, daha doğrusu “toplantı yeter sayısı olan 367'ye ulaşabilmek için siyasi azınlığın kabul edeceği bir aday bulup çıkarması söz konusu olacaktı.

Ancak oy dağılımı CHP'ye bu gücü vermedi.

TBMM'ye 4 siyasi partinin girmiş olması uzlaşma imkânlarını ve taraflarını arttırmış ve MHP önemli bir oy ve milletvekili oranına sahip olmuştu.

MHP'nin, asker-sivil gerginliğinde DP gibi asker yanlısı olmak gibi hataya düşmesi beklenmezdi. Nitekim Bahçeli seçim sonuçlarıyla ilgili ilk yorumunda, AK Parti'nin başarısını askerin bildirisi ve cumhurbaşkanlığı meselesiyle mağdur duruma düşmesine ve halkın buna verdiği tepkiye bağlıyordu.

Kaldı ki MHP bu konuda en azından söylem düzeyinde AK Parti'den farklı bir tutuma sahip değildir.

Abdullah Gül'ün dolaylı adaylık açıklamasından sonra, Tayyip Erdoğan Gül'ün kararına saygı duyacağını söylüyor, en nihayet Bahçeli “toplantı yeter sayısı” krizi çıkarmayacaklarını vurguluyordu.

Şöyle diyordu Bahçeli:

“Millet iradeyi verdi. AKP cumhurbaşkanlığına istediği kişiyi seçebilir. Genel Kurul'da da 367 yeter sayısı sorunu yaşamaz. Oylamaya katılırız, ama oy veririz vermeyiz, o bize kalmış…”

Aslında başladığımız noktaya, 26 Nisan 2007'ye böylece geri dönmüş olduk.

Büyük bir ihtimalle Abdullah Gül cumhurbaşkanı adayı olacak ve en geç üçüncü turda TBMM tarafından Türkiye'nin 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilecek.

Bu kez makul itiraz gerekçesi de yok, Gül'e ya da bir AK Parti'li adaya karşı çıkacak olanların…

Yasama döneminin sonuna gelmiş bir TBMM gelecek dönemi belirlemesin diyorlardı.

Şimdi yeni ve taze bir TBMM var…

AK Parti yüzde 34'lük oy oranıyla hakkı olsa bile tüm ülkenin cumhurbaşkanını seçmemeli diyorlardı.

Şimdi bu partinin yüzde 47 oyu var.

Meclis toplam seçmenin yüzde 56'sını temsil ediyor, bu temsil adaletsizliği cumhurbaşkanı seçilmesinde sorun yaratır diyorlardı.

Şimdi TBMM toplam seçmenin yüzde 86'sını temsil ediyor…

Artık gerekçe de yok bahane de…

Sanılıyordu ki, askerin muhtırası ve Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla 12 Eylül Anayasası'nın iki başlı yürütme modeli en az 2014'e kadar geçerliliğini koruyacaktır. Askerin müdahalesiyle askeri vesayet düzeninin kurumsal dokusu uzun süre için tahkim edilmiştir…

Açıkçası seçimler ve seçmen buna bile müsaade etmedi.

“Askeri vesayet modelinin ana cihazı olan devletin tepesinde rejim temsilcisi sistemi” büyük bir aksilik olmadığı takdirde tarihe karışmak üzeredir.

Bu gelişmeye sıradan bir cumhurbaşkanı seçimi olarak bakmayın…

Gül'ün hakkının geri verilmesinden ibaret de sanmayın…

Türkiye son 5 yıldır yaptığı reformların en büyüğünü üstelik uygulama alanında yapmaya hazırlanmaktadır. Askerin siyasi sistemde yerini daraltma konusunda ülke tarihinin gördüğü en büyük adımı atılacaktır.

Ve bunu sağlayan, isteyen, meşru kılan da toplumdur…

Aksi her tür gelişme ve ihtimal Türkiye'yi kaçınılmaz bir faşizme götürür…

İşte size yol ayrımı…

Kaynak: Yeni Şafak