İsrail ordusu, dün sabah uluslararası sularda bulunan bir Türk gemisine askeri müdahalede bulunarak gemide bulunan en az dokuz Türk vatandaşını öldürmüştür.
İsrail ordusunun dokuz Türk vatandaşının öldürülmesi ile sona eren eyleminin arkasında İsrail hükümetinin emri olduğu da bilinmektedir. Bu olay birinci dereceden uluslararası bir krizdir ve tek başına 1945 yılından itibaren süregelen Türk-İsrail ilişkilerinde bir devri sona erdirmiştir. İsrail tarafında bu süreci başlatan direktifleri veren siyasilerin az çok risk hesabı yapabileceğini düşünerek şunu söylemek yerinde olacaktır: İsrail, bu süreci muhtemel bütün sonuçlarını düşünerek başlatmıştır.
Burada üzerinde ilk durulması gereken nokta İsrail'in, Türkiye'nin son dönemde ortaya çıkan uluslararası pozisyonunu hedef aldığıdır. Türkiye, uluslararası sistemde bir 'meşrulaştırıcı' rol ele geçirmiştir. Suriye, İran gibi konularda Türkiye sürece müdahale ederek sonuç üretir hale gelmektedir. Ortadoğu'da bazı şeyler İsrail'in istemediği şekilde oluşmaya başlamıştı. İsrail, Türkiye ile açıkça ordu üzerinden çatışarak Türkiye'nin söz konusu uluslararası tarafsız ve meşru pozisyonunu hedef almıştır. Böylece Türkiye, İsrail ile apaçık çatışma içinde olan ve bu nedenle tarafsız olmayan bir ülke şekline sokulmak istenmiştir. Bundan maksat bundan sonra Türkiye merkezli inisiyatiflerin 'ama Türkiye taraf bir ülke' eleştirisi ile engellenmesidir. Muhtemelen İsrail, Türkiye'nin artan etkisi ile üstleneceği olası rollerden korkmuş ve şimdiden bir hamle yapmak istemiştir. Böylece Türkiye'nin İsrail ile çatışan ve belirli bir görüşü benimseyen ülke olarak görülmesi ile potansiyel rolünün önü kesilecektir. Bir bakıma bu resim İsrail'in Türkiye'den ümidini kestiğini de göstermektedir.
UFUKSUZ İSRAİL HÜKÜMETİ VE İLİŞKİLERİN GELECEĞİ
Dün sabah İsrail ordusu Türk vatandaşlarını öldürmüştür. Şüphesiz diplomasi gibi siyasetin başka sahalarında türlü tartışmalar ve eleştiriler hatta saldırılar olabilir. Bunların hepsinin muhatabı hükümettir. Ancak yabancı bir ülkenin ordusunun planlı olarak Türk vatandaşlarını öldürmesi birinci dereceden Türk ordusunu ayrıca muhatap olarak ortaya çıkarır. Türk ordusu kendi yurttaşlarını saldırgan diğer ülke ordularına karşı korumakla anayasal olarak sorumludur. İsrail ordusunun Türk vatandaşlarını öldürmesi PKK'nın vatandaşları öldürmesinden daha kabul edilemezdir. Ordu 'PKK bir iç sorun, iç güvenlik ilgilenmeli' diyerek PKK'ya karşı doğrudan tavır almayabilir. Ancak başka bir ordunun kendi yurttaşlarını öldürmesi Türk ordusunu İsrail konusunda taraf almaya itmelidir. Türk ordusu, hükümetten ayrı olarak bu olayı muhakkak protesto etmelidir. Başka bir ordu tarafından vatandaşları öldürülen Türk ordusunun tamamen susması kabul edilemezdir. Böyle bir suskunluk sembolik olarak çok üzüntü verici sonuçlar üretecektir. Laiklik gibi iç politikaya ait konularda sürekli açıklama yapan ama Türk vatandaşlarını öldüren İsrail ordusu konusunda susan bir ordu büyük bir çelişki içindedir. 1998 yılında Ankara Sincan'da İsrail'in protesto edildiği bir törene karşı tanklarına yürüyüş emri veren ordunun, dokuz Türk'ü öldüren İsrail ordusuna karşı sembolik dahi olsa bir tepki vermemesi kabul edilemez.
İsrail saldırısı, Türkiye'de İsrail siyasetinin de moral ve sosyolojik imkanını tamamen yok etmiştir. Bundan sonra sağ, sol, milliyetçi, Kemalist hiçbir siyasal akım doğrudan İsrail ile yakın ilişkileri savunamaz. Aynı biçimde Türk ordusu üzerinden bir işbirliği de imkansız hale gelmiştir. Böylece 1945 yılında başlayan ve geleneksel Türk dış politikasının içinde formülize edilen İsrail koridoru iflas etmiştir. Öte tarafta ise Arap kamuoyunda Türkiye, Filistin konusunda artık 'kurban' vermiş bir ülke halinde artık kaçınılmaz olarak bir sözcü haline gelmiştir. Bir bakıma zaten İsrail ve Türkiye artık farklı yollarda gitmekteydi ancak bunun fiili ve resmi olarak yüzleşmesi yapılmamıştı. İsrail ordusunun Türk vatandaşlarını öldürmesiyle başlayan süreç bir bakıma 'yüzleşme' olarak görülmelidir. Her yüzleşme gibi politik düzeyde İsrail ile Türkiye arasındaki yüzleşme aslında iyi bir şeydir. Artık taraflar dünyayı ve Ortadoğu'yu farklı gördüklerini, farklı yerlerde durduklarını en açık biçimde birbirine ilan etmişlerdir. Uluslararası ilişkilerin gerçek duruma göre şekil alması son tahlilde hayırlı bir şeydir. Zira Türkiye'nin 1945'ten beri İsrail konusundaki konumu zaten içeride karşılığı olmayan elitist bir tercihti. Bir bakıma yarım yüzyılı aşkın bir süredir Türkiye, İsrail'e olmadığı şekilde görünmeye çalışmaktaydı. Bu, iç politikada karşılığı olmayan ve suni bir yapıydı. Artık Türkiye ve İsrail farklı algılamaları ve farklı bölge vizyonları olduklarını birbirlerine söylemişlerdir. Hakikatle bu düzeyde bir yüzleşme orta ve uzun vadede Ortadoğu'da olumlu süreçlerin ortaya çıkmasına katkıda bulunacaktır. Türkiye'nin İsrail ile yüzleşmesi başta ABD ile olmak üzere pek çok diğer ülkelerle (başta Ortadoğu ülkeleri) olan ikili ilişkilerinde daha rahat bir ortam sağlayacaktır.
Son olarak şunu bilmek gerekir ki bugün İsrail'i yönetenler son derece ufuksuz, beceriksiz ve dar kafalı siyasi elitlerdir. Anlaşılan bu elitler sürekli güvenlik üreterek İsrail'i kurtaracaklarını düşünüyorlar. Aslında İsrail siyasetinin bu kadar dar kafalı ve beceriksiz bir avuç fanatiğin eline düşmesi son derece garip bir durum. Ancak İsrail'e yönelik tepkileri formülize ederken bu ülkede hüküm süren siyasal elitlerin içinde bulunduğu fanatizmin de farkında olmak gerekiyor. Türkiye, İsrail'de daha makul siyasi oluşumların hükümet kurması sonucunda bu ülke ile tekrar yakınlaşmayı da hesaplarına katmak zorundadır.
Kaynak: Zaman