Bir brifingin ardından

 

Geçtiğimiz hafta Türkiye'de ilginç şeyler oldu. Bu ilginç şeylerin Cumhuriyet'in 85. senesine rastgelmesi ise bence ciddi bir talihsizlik.

Aklı başında herkes Türkiye'de Cumhuriyet rejiminin içinin evrensel hukuk devleti ilkeleri ve demokrasi ile dolu olmadığını biliyor, görüyor ama bu kadar da 'kör göze parmak' deyişini hatırlatacak şeylerin olması da şart değil idi doğrusu.

Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararlarında kullanılan mantık ve ifadeler, bu gerekçeli kararlara üretilen 'milli hakimiyetçi' itirazlar Cumhuriyet'in hukuk devleti niteliğinin havada kaldığının göstergeleri idi.

Asaf Savaş Hoca'nın yıllar önce yaptığı bir değerlendirme bugün eskiden de daha fazla ön plana çıkıyor; Asaf Hoca, kamusal yaşama ilişkin ve ingilizceye çevrildiğinde anlamsız kalan ifadelerin kendisinin de saçma olduğunu söylerdi bizlere.

Allah aşkına, Anayasa Mahkemesi gerekçeli kararlarını ve bu kararlara itirazları ingilizceye çevirip aklı başında bir ingilize okuttuğunuzda kendini mutlaka absürd bir tiyatro oyununda zannetmez mi?

Haftaya damgasını vuran ikinci komik ve komik olduğu kadar da anlamsız haber ve değerlendirmeler Genelkurmay Başkanı'nın Bakanlar Kurulu'na verdiği brifing ile ilgiliydi.

Daha doğrusu brifingin kendisi değil de söz konusu brifinge ilişkin değerlendirmeler gerçekten komik ve anlamsız idiler.

Normal, çağdaş, demokratik, evrensel hukuk devleti ilkelerini benimsemiş ülkelerde, isterseniz muasır medeniyet seviyesini yakalamış ya da aşmış da diyebilirsiniz, Genelkurmay sivil Savunma Bakanı'na bağlıdır ve Genelkurmay Başkanı olan yüksek bürokrat önemli konularda brifingi Savunma Bakanı'na verir.

Çok olağanüstü durumlarda bir yüksek bürokratın, mesela Genelkurmay Başkanı'nın Bakanlar Kurulu'na çağırılıp bilgi vermesi de düşünülmeyecek bir durum değildir ama istisnai bir durumdur.

Bizde ise Genelkurmay Başkanı'nın Bakanlar Kurulu'na verdiği brifingde çok önemli sorunlar göze çarpmaktadır.

Bu brifing esnasında Savunma Bakanı olan kişinin pozisyonu nedir, gerçekten belli değildir.

Diğer bakanlarla özünde bir yüksek bürokrat olan Genelkurmay Başkanı'nın ilişkisi toplantı esnasında nasıl gelişmiştir?

Yanlarında kendi bürokratları ve başka bakanlıkların bürokratları varken bir kral edasında iki metre önde yürüyen ve bunu bir gösteriye dönüştüren bakanlar başka ülkelerde her bakanın arkasında yürüyecek bir bürokratla nasıl tartışmışlardır?

Bakanlar Kurulu'na, mesela Adalet Bakanlığı müsteşarı bir bilgi vermek için çağırılsa idi, yine mesela Başbakan yardımcısı olan bir devlet bakanı ona da aynen Genelkurmay Başkanı'na davrandığı gibi mi davranır idi?

Bütün samimiyetimle ve merakımla soruyorum, bakanlarımız bu durumdan memnun mudurlar?

Basında bu brifinge ilişkin yapılan değerlendirmeler brifingden de ilginç ve düşündürücüdür.

Bir bürokratın Bakanlar Kurulu'na brifing vermesi Türkiye'de demokrasinin şahlanması olarak lanse edilebilmiş ve böylece acıklı durumumuz iyice belirgin hale gelmiştir.

Bir yüksek bürokratın Bakanlar Kuruluna bilgi vermesinin demokrasinin başarısı hatta şahlanması olarak sunulabildiği bir ülkenin AB ile gelmiş olduğu aşama gerçekten şaşırtıcıdır.

Ve AB Komisyonu'nun Türkiye'nin üzerine gelmediğinin, bizlere gerçekten kıyak çekildiğinin büyük bir kanıtıdır.

Brifing sırasında acaba kaç bakan 'doğru yere' davet edilenlerin arasında kendisinin de olabileceğini düşünmüş ve bu durumdan rahatsızlık duymuştur?

Türkiye'de sivil-asker ilişkilerinin tüm boyutlarıyla normalleşmesi ve muasır medeniyet seviyesindeki ülkelere benzemesinin en büyük yararı Türkiye'ye olacaktır ama hemen arkasından da ikinci büyük yararı da bu tür tartışmaların dışına çıkarak kurumsal saygınlığını yeniden restore edecek olan TSK'ya olacaktır.

Bu komik manzarayı ülkemizde demokratikleşmenin bir göstergesi olarak niteleyen gazeteciler Türkiye bir gün gerçekten normal bir ülke olursa ne yapacaklardır?

Kaynak: Star