Binaenaleyh aşk da düştü


Bazı kelimeleri barıştırmanın mümkinatı yoktu. "İmkan" dediğinizde gerici, "olanak" dediğinizde ilerici tesmiye edilirdiniz.

"Yanıt" deyince solcu, "cevap" deyince sağcı olduğunuz gibi…

Hulasa, meramınızı anlatmak için kolayınıza geleni değil, siyasi kimliğinize uygun olan kelimeyi seçmek zorundaydınız.

12 Eylül dönemini yaşayanlar bilecektir; benim siyasi görüşüm yok demek biraz sıkardı.

Teorik olarak hadi neyse de, pratikte mümkün değildi bu.

Çünkü ne sağcıyım, ne solcuyum demek; hayat boyu imkân, olanak, cevap, yanıt, işçi, emekçi gibi kelimeleri kullanmamayı gerektirirdi.

Bu da sessizliğe gömülmekten başka bir şey değildi.

Ancak ve ancak sessizliğe rıza gösterdiğiniz takdirde, sağcı veya solcu ağabeylerin kurtarılmış mahallelerinde barınabilir; etliye sütlüye karışmadan bir "ot" gibi yaşar giderdiniz.

Gelgelelim her halükarda konuşmayı başaran, her mahalleye girip çıkan başka bir 'tür' daha vardı.

Bunların kelime hazineleri çok genişti.

Kelimelerin eski ve yeni halini hiç acemilik çekmeden şappadak söyleyebilme yetenekleri vardı.

Solcuyla solcu, sağcıyla sağcı olmayı bilen adamlardı. İlanihaye sempatizan kalmayı başarır, kimseye tastamam yar olmazlardı.

Ortamına göre yelken açmakta öyle mahirdiler ki, sağcı arkadaşıyla bindikleri otobüse, solcu arkadaşıyla "çok oturgaçlı götürgeç" diyerek inerlerdi.

Kendisini çok iyi yetiştirmiş; gösterip de vermeyen yalaka adamlardı.

Halk arasında bunlara genellikle "yavşak" denirdi.

Militan ile yavşak cenderesine sıkıştırılmış gerçekten de zor yıllardı.

Şimdi öyle mi ya!

Bazı hassas bünyeler hâlâ tefrik etse de, hemen hemen her kelime (yanıt ile cevap gibi) kardeş kardeş geçinip gidiyor.

Gelgelelim bazı kelimeler hepten kaybolmuş, yok olmuş sanki.

Kimsecikler arayıp sormaz, merak etmez hallerini.

Neden sesi soluğu çıkmaz bu kelimelerin? Biz mi terk ettik onları, yoksa onlar mı bizi?

Acep nerdedirler, nerde? "Yıldızların düştüğü yerde midirler?"

Mesela "binaenaleyh" kelimesi neden hiç ortalıkta gözükmez.

Halbuki, Süleyman Demirel bir vakitler onsuz cümle kurmazdı nerdeyse.

Gerçi hazretin ağzında o revnaklı, o debdebeli sözcük hırpalanır; birçok harfi zail olur; "binanle" halini alırdı ama, yine de tedavülde kalırdı.

Siz bu kelimeyi Kadir Mısıroğlu'nun ağzından dinleyecektiniz ki, ehlinin dilinde bir kelime nasıl mest olur görecektiniz.

İnanın ki, Necip Fazıl'dan "namütenahi" kelimesini işitmiş kadar olurdunuz.

Fakir de, bir bilseniz ne çok duymak isterdi, Yahya Kemal'den "rind" kelimesini.

Piyasada hiçbiri yok şimdi.

Bir kısmını biz sürgün ettik, bir kısmı da bizi.

Çekip giden her kelime hafızamızı sildiği kadar, kendi hafızasından da siler bizi.

Binaenaleyh kelimesinin, 12 Eylül öncesinin sağcısı, siyasi yasaklı olduğu dönemin demokratı, 28 Şubat'ın darbe işbirlikçisi Demirel'i hafızasından sildiği gibi.

Bizim terk ettiğimiz ve bizi terk eden kelimeler vadisine bir kulak verseniz neler duyarsınız, neler!

Lafazanlıklar, dedikodular, öfkeler, ağlamalar, yakarışlar, sarakalar…

Geçen gün kulak verdim onlara:

"Melâl" ile "lâl" şakalaşıyor, "mahal" da malak malak yattığı yerden "mutarassıt"ı kesiyordu.

"Namütenahi" ile "Binaenaleyh" bir köşeye çekilmiş sessiz, sessiz ağlayan "Aşk"ı işaret ederek konuşuyorlardı.

"Aşk nasıl olur da düşer buraya, hayret!..." dedi Binaenaleyh, "İnsanlar ağızlarından düşürmüyordu onu…"

"Ama her an aldatıyorlardı da…" dedi Namütenahi.

Binaenaleyh hayret içinde "Kimle?" diye sordu.

"Aşkla" karşılığını verdi Namütenahi:

"Bu ağlayan dağları deldiren aşk; tedavüldeki değil…"


 

Kaynak: Yeni Şafak