Beyrut'tan selamlar

Bu yılın Ramazan ayının ilk üç gününden sonraki bir haftasını Tayland ve Malezya'da geçirdim. Son haftası içinde IHH'nın düzenlediği birtakım etkinliklere iştirak amacıyla kalabalık bir ekiple birlikte Lübnan'a geldik.

Bu benim Lübnan'a sekizinci veya dokuzuncu gelişim. Bundan önceki son ziyaretim de geçtiğimiz Haziran ayında, hem Kudüs'ün Mescidi Aksa'nın içinde bulunduğu bölgesinin işgalinin kırkıncı yılı münasebetiyle düzenlenen programlara, hem de önümüzdeki Kasım ayında İstanbul'da düzenlenecek Uluslararası Kudüs Buluşması'yla ilgili hazırlık çalışmalarının görüşüleceği toplantılara iştirak amacıyla idi.

Bundan önceki ziyaretlerimiz genellikle Beyrut ve çevresinde geçmişti. Ziyaretlerimizde zamanımızın çoğu da programlara ve toplantılara iştirakle geçiyordu. Bununla birlikte Beyrut içinde dolaşma ve güneyindeki mülteci kamplarını ziyaret için birçok kez fırsat bulmuştuk. Bir keresinde de kuzeydoğuya doğru Suriye sınırına kadar bir yolculuğumuz oldu. O zaman Türkiye'de de bayağı ünlü olan Bekaa vadisinden geçmiştik. Bu seferki seyahatimizde hayli geniş alanda bir gezi yaptık.

Beyrut'ta işgalci Siyonist devletin saldırılarına maruz kalan ve tamamen yerle bir edilen binaların bulunduğu yerleri gezdik. Saldırıya uğrayan yerlerden biri de Hizbullah'ın genel merkezi. Güneye doğru seyahatimizde ilk durağımız Sayda'da IHH'nın yardımlarıyla kurulan sağlık kliniğiydi. Ardından Siyonist devletin Güney Lübnan'ı işgal altında tuttuğu dönemde esir kampı ve işkence merkezi olarak kullandığı yeri gezdik. Burada dört yıl esir kalmış ve Siyonistlerin işkence metotlarına bizzat maruz kalmış bir zatın rehberliğinde dolaştık. Bu kişiden ayrıntılı bilgiler aldık.

Sonrasında Siyonist saldırganların 2006 yazında gerçekleştirdikleri insanlık dışı saldırıda hedef alınan bazı bölgeleri ziyaret ettik. Hepsini teker teker sayma imkânımız yok. Fakat ziyaret ettiğimiz yerler arasında isminin hâlâ zihinlerinizden silinmediğini tahmin ettiğimiz Bintu Cubeyl'in de olduğunu hatırlatalım. Burası işgalci Siyonistlerin 1948'de işgal etmiş oldukları toprakların sınırlarına yakın. Fakat oraya gelmeden önce tam sınır çizgisinde epey dolaştık. Bir tarafımızda Siyonist işgalcilerin kirli postallarının altında ezilmekten dolayı acı ve ızdırap çeken, buna ilaveten "İsrail" olarak adlandırılmaktan dolayı yüreği yaralı Filistin toprakları; diğer tarafta da bizim üzerinde dolaştığımız Lübnan toprakları vardı. Aramızda da kocaman bir gedik ve elektrik verildiği anlaşılan tel örgüler. Sınırın Lübnan tarafında BM (UNIFIL) askerleri nöbet tutuyorlar. Öbür tarafında da işgalci Siyonistlerin kurduğu askeri gözetleme noktaları var. Ama kendilerini üstünü kocaman hasırlarla örttükleri çadırlara kapatmışlardı. Dolayısıyla onlar bizi görüyorlardı ama biz onları göremiyorduk. Arkadaşlarımızdan yerden bir taş alıp işgalci askerlere doğru atmak isteyenler oldu. Ama askerler kendilerini hasırların altında gizledikleri için attığımız taşların hiçbiri bir İsrail askerinin gözüne gelmeyecek diye düşündüler. Edward Said gibi sembolik anlamda atıp poz verelim dedik ama hiçbirimiz Filistin'in sokaklarında işgalci askerlerin tanklarını taşlayan küçük Filistinli çocuklar kadar cesaretli olamadık. En iyisi biz yolumuza devam edelim dedik ve namazlarımızı da kıldığımız Bintu Cubeyl'e doğru ilerledik.

Bintu Cubeyl'den sonra Siyonistlerin meşhur iki büyük katliamına sahne olan Kana'yı ve burada katliamların gerçekleştirildiği yerleri ziyaret ettik. Güneye doğru gezi düzenlediğimiz günün akşamında güneyin sahildeki güzel şehri Sur'da iftar ettik. Ertesi gün programımızın öğleye kadarki kısmı Lübnan'daki Şianın karizmatik önderlerinden Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlullah'ı ziyaretle ve sohbetini dinlemekle geçti. Öğle namazı sonrasında kuzeydeki Trablus şehrine doğru yola çıktık. Bu şehre vardığımızda Lübnan ordusunun saldırısına uğrayan ve tamamen boşaltılan Nehru'l-Barid mülteci kampının bulunduğu bölgeye gittik. Kampın epey bir kısmı yıkılmış ve içi tamamen boşaltılmış. İçine girilmesine hatta yaklaşılmasına izin verilmiyor. Dolayısıyla biz uzaktan, yanından geçen yolu kullanarak bir gidiş, bir de dönüş esnasında seyrettik, görüntüler aldık. Sonra da Trablus'taki ikinci Filistin mülteci kampı Beddavi'ye geldik. Akşam da burada birçoğunuzun izlediğini tahmin ettiğimiz canlı yayın programımız vardı.

Bugünkü yazımızda seyahatimizde uğradığımız bazı yerlerden kısa notlarla söz ettik. Buralarda neler gördüğümüzü, ne gibi intibalar edindiğimizi merak ettiğinizi tahmin ediyorum. İnşallah müteakip yazılarımızda biraz ayrıntıya gireceğiz.

 

Kaynak: Vakit