Beyaz Batılıların Arap korkusunu aşmaları gerek

Britanya Başbakanı David Cameron, geçenlerde ülkesinde çokkültürlülüğün başarısız olduğunu söyledi. Demokrasi ilkelerine dayalı ortak bir kimlik oluşturmayı başaramadıklarından dem vurdu. Cameron (aynı konuyu ekim ayında ele alan Alman muadili Angela Merkel gibi), aslında çok ve çeşitli kültürler anlamında bir çokkültürlülüğü kastetmiyor; daha ziyade ‘aşırı İslam ideolojisinin varlığından’ bahsediyor. Açık Toplum Enstitüsü’nün düzenlediği bir ankette, Britanya’da yaşayan Müslümanların (62 milyonluk nüfusun 3 milyonunu oluşturuyorlar) yüzde 86 gibi ezici bir oranı, kendisini önce Britanyalı, ardından Müslüman olarak tanımladığı halde bunu söylüyor.

Yani Cameron’ın olgularla hiçbir ilişki kurmaksızın temelde söylediği şey şu: “Bu esmer İslam, bizim güzel beyaz ülkemize çok fazla uymuyor.” Görünen o ki, beyaz Batılıların Arap ayaktakımından duyduğu ilkel korku kontrol edilemiyor ve Mısır’daki ayaktakımı özgürlük talep ettiğinde bile alevleniyor. Londra’ya giden ve ‘sokakların Araplarla dolu olduğunu’ görüp hayretle geri dönen birçok İsrailli, muhtemelen aradaki bağı kurabilir. Gerçekten de bu beyaz Batılı korku, İsrail’de de aynı düzeyde varlığını sürdürüyor ve Mısır’daki gösteriler burada da korkuyu körüklüyor. Yani kısa süre sonra Başbakan Binyamin Netanyahu veya bakanlardan birinin İsrail’deki Arap toplumuna karşı daha sıkı önlemleri haklı göstermek noktasında Cameron’dan feyz aldığını duyarsak şaşırmayalım.

Entegrasyonda başarısızlık
Ancak (Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy gibi Batılı, Hıristiyan ve beyaz olan herkese hitap edip, siyah ve Müslüman olan herkesi dışlayan) Cameron’la konuşmasında, İslamı Almanya’nın parçası olarak tanıyan ve ülkesinin göçmenleri entegre etmekteki başarısızlığının sorumluluğunu üstlenen Merkel arasında bir fark var. Aslında Merkel, burada dile getirilmeyen bir hakikatten söz etti: “Kendimize yalan söyledik, onların çok uzun kalmayacağını, günün birinde ortadan kaybolacaklarını düşündük. Fakat gerçek bu değil.”

Merkel, göçmenlerin ve Müslüman vatandaşların ülkenin dilini konuşmasında, yasalara riayet etmesinde ve iş bulmasında ısrar ediyor. Almanya, Britanya ve İsrail’de Müslüman ve Arap azınlıklar, içinde yaşadıkları toplumun dilini konuşuyor ve yasalara riayet ediyor, fakat mesele iş bulmaya gelince, çokkültürlülüğün gerçek anlamı ortaya çıkıyor.

Çokkültürlülük talebi ancak bir azınlık, içinde bulunduğu toplum veya devlet tarafından dışlandığında ve ayrımcılığa maruz kaldığında yükselir. Herhangi bir dinden veya kökenden bir insan eşitliğe ulaştığında, emek piyasası kendisine açık olduğunda, insanca bir hayat sürdüğünde, kişilik hakları (sözgelimi inanç ve kültür özgürlüğü) korunduğunda çokkültürlülüğe ihtiyaç duymaz.

İsrail’in ekonomik çıkarı
Sorun çokkültürlülük değil, ayrımcılık, ırkçılık ve yoksunluktur. Böyle bir azınlığın üyeleri, eşitsizlikten, yoksulluktan, işsizlikten ve şiddetten mustarip olduklarında, kendi grupları içinde dini ve kültürel değerleriyle birlikte tecrit olurlar; çünkü genel olarak toplum, onların entegre olmasına ve ülkenin değerlerini kabul etmesine izin vermez. İsrail’deki Arap toplumu, uzun yıllar milliyet veya kimlikle ilgili taleplerde bulunmadı. Fakat bir bütün olarak, Arap toplumuna reva görülen ayrımcılık ve yoksunlukla, yanı sıra Filistin halkının daimi işgal altında tutulmasıyla geçen yılların ardından, İsrail’deki Arap toplumu adım adım talepleri olan bir ulusal azınlık haline gelmiş durumda.

Bununla birlikte, ezici çoğunluğu entegre olmaya hevesli. İsrail, bu entegrasyonun aslında ekonomik açıdan kendi çıkarına olduğunun farkında. Sorun, insan olarak Araplardan duydukları ilkel korkuyu aşıp aşamayacakları. (7 Şubat 2011)

Kaynak: Radikal