Berlin'deki Kennedy gibi

Kahire'de son derece parlak ve arzulu bir konuşma yapan Obama, Batı'yla İslam dünyası arasındaki ilişkilerin tonunu değiştirdi.

George W. Bush Ortadoğu'ya son ziyaretini yaptığında, hakaret ve tiksinme işareti olan ayakkabı fırlatma eylemiyle karşılanmıştı. Bu manzara, Amerika'nın bölgedeki itibarının Bush'un iktidarında dibe vurduğunun da şüpheye yer bırakmayan bir göstergesiydi. Barack Obama'ysa kürsüye ayakta alkış yağmuruyla çıktı, yine coşkulu alkışlarla kürsüden indi. ABD başkanı yeni bir diyalog başlattı. Bütün mesele ne söylediğinden ziyade ne yaptığına bağlı olacak olsa da, Obama Batı'yla İslam dünyası arasındaki ilişkilerinin tonunu değiştirdi.

Parlak bir konuşmaydı. Obama, mahir bir hassaslıkla kültürel patlayıcılarla ve politik-dinsel bubi tuzaklarıyla dolu mayın tarlalarında gezindi, esaslı meselelere değinmekten kaçınmaksızın tuzakları boşa çıkardı. Farklı
kesimlere olan biteni anladığını açıkça gösterdi; ilişkileri bugünkü noktasına getiren geçmişin ve yakın tarihin kabataslak, fakat derinlemesine idrak edilmiş bir resmini ortaya koydu.

Arzulu bir dil kullandı: Müslüman ülkelerin kalabalık genç nüfusunu ve kadınları; özgürlüğe duyulan susuzluğu dayanak aldı. Bu Çin'deki Nixon değil, Berlin'deki Kennedy'ydi. Müslümanlara yönelik kaba tek tipleştirmelere ve Amerikalıların tek tipleştirilmesine karşı mücadele çağrısı çerçevesinde, Arapların sömürgeciliğe karşı koyduğu için umut bağladığı cumhuriyetin ideallerinden dem vurdu. "Biz bir imparatorluğa karşı yapılan devrimden doğduk" hatırlatmasında bulundu.

Obama, canice faaliyetleri 'insanların haklarıyla, ulusların ilerlemesiyle ve İslam'la uzlaştırılamayacak olan' cihatçı aşırılıkçılara hiç taviz önermedi. Fakat ABD'yi Afganistan'a götüren zorunlu savaşla Irak'taki felakete yol açan keyfi savaş arasında açık ayrım gözetti.

Başkan ABD'nin İsrail'le bağının niye sarsılmaz olduğunu da açıkça ortaya koydu. Fakat bir Amerikan liderinden nadiren duyulan, belki de hiç duyulmamış bir cümle kurmayı da ihmal etmedi: "Nasıl ki İsrail'in var olma hakkı reddedilemezse, Filistin'inki de reddedilemez." Başkan geçenlerde, işgal altındaki Filistin topraklarında yürütülen sömürgeciliği sonlandırmayı veya iki devletli çözümü desteklemeyi reddeden İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya söylediklerini tekrarlayarak, "ABD devam eden İsrail yerleşimlerini meşru kabul etmiyor" dedi. Filistinlilerin işgal altında yaşadıkları 'tahammül edilemez' durumla ABD'deki Afrikalı kölelerin ve apartheid döneminde Güney Afrikalı siyahların mücadeleleri arasında üstü kapalı bir koşutluk kurmasıysa, İsrail'deki uzlaşmaz sağa ve ABD'deki Likudçu lobiye, ciddi olan bir liderle karşı karşıya oldukları sinyalini verecek.

Başkan demokratik haklara yönelik nüanslı bir savunma ortaya koydu; yeni muhafazakârların, ABD'yle müttefiklerinin bölgeyi bombalayarak daha iyi bir geleceğe kavuşturabileceği şeklindeki yerlerde sürünen kanaatinden uzak dururken, tavizsiz biçimde özgürlüğün ve hukukun üstünlüğünün yanındaydı.

Resmen yasaklı olsalar da ABD'nin ısrarıyla dinleyiciler arasında yerini alan Müslüman Kardeşler temsilcileri, Obama'nın ne dediğini muhakkak ki anladı ve sözlerini alkış fırtınasıyla selamladı. Fakat Ortadoğu halklarının bilmek isteyeceği bir husus da, ABD'nin despotik rejimlerle saman altından su yürütmeye devam edip etmeyeceği. Zira İslamcıların cazibesini en fazla artıran husus, en az İsrail'e verilen kayıtsız şartsız destek kadar, yerel tiranlara yıllardır arka çıkılması. (Başyazı, 4 Haziran 2009)

Kaynak: Radikal