Avrupa yine bir Alman sorunuyla karşı karşıya. Eski nevroz şu günlerde rücu ediyor. Avrupalıları uzun zaman meşgul edip sarsan mesele, başka bir kisve altında geri döndü. Berlin’in komşuları eskiden, kıtanın tam kalbinde, aşırı güçlü, yayılmacı bir devletten endişe duyardı. Şimdiyse umursamaz, kendi içine kapanan bir Almanya’yla uğraşmak zorundalar.
Angela Merkel’in Yunanistan için bir avro bölgesi kurtarma paketine karşı sergilediği düşmanlık, daha büyük bir resme oturuyor. Gerek ekonomi gerekse dış ilişkiler açısından Alman başbakanı kendi içine dönen, Avrupa’ya karşı yükümlülüklerini tekrar değerlendirip vites düşüren bir ulus adına konuşuyor.
Avrupa bölgesindeki kriz, meseleleri olanca berraklığıyla ortaya koymuş durumda. Yunanlıların hovardalığı, Avrupa’nın ekonomik entegrasyonuna ciddi bir tehdit mahiyetinde metamorfoza uğruyor. Geçen gün Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso duygulu bir edayla, Merkel’in eninde sonunda bir kurtarma planını destekleyeceğine güvendiğini söyledi.
Van Rompuy’u Berlin istedi
Ancak Berlin’den gelen mesaj, en hafif tabiriyle, muğlaktı. Merkel Atinalılara yardımın bedeli olarak IMF’nin dahlinde ısrar etti. Her şeyi hesaba katan Almanya avroyu istikrara kavuşturma çabalarının, mali disipline bağlılığından taviz vermesiyle sonuçlanmasına göz yummayacağını açıkça ifade etti.
Almanya ve ortakları arasındaki fikir ayrılığı, bütçe açığı ve fazlası veren ülkelerin kendi sorumluluklarına dair bir argümanın ötesine geçiyor.
En akut şekilde, vaktiyle Avrupa entegrasyonunun hayati motoru olan Fransa-Almanya ittifakına dokunuyor. Fransa Cumhurbaşkanı AB’yi hâlâ küresel bir aktör - günün birinde ekonomik gücüne denk düşen ciddi bir siyasi nüfuz elde edecek bir kurum olarak hayal ediyor. Merkel’se sakin bir hayat istiyor.
AB başkanının Lizbon sonrası yeni rolünün, siyaseten etkisiz biri tarafından üstlenilmesi için büyük baskı yapan Almanya başbakanıydı. Ülkesi dışında pek bilinmeyen eski Belçika başbakanı Herman Van Rompuy’u, kendi temkinliliğine muhtemelen en az meydan okuyacak aday olarak Berlin seçti.
Yeni Almanya, çıkarlarına daha dar bir pencereden, bazılarına göre de bencilce bakıyor. Savaş sonrası kuşağını şekillendiren kabahatlarde payı olmadığını düşünüyor. Berlin artık başkalarının büyük arzuları-nın faturasını ödemek istemiyor. Vla- dimir Putin’in Rusya’sına karşı dirençli bir Avrupa politikası yerine, Moskova’yla kendi, sorunsuz ilişkisini istiyor.
Bu yüzden orta ve doğu Avrupa’daki komşularının ortak enerji politikası çabası, Almanya’nın Rusya’yla ikili anlaşmaları açısından epey tehditkâr görülüyor. Aynı nedenle AB ve NATO eski Sovyet nüfuz alanından yeni üyeleri kabul etmeyi ağırdan almak zorunda kalıyor. Türkiye (bu örnekte Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de işbirlikçi olsa da), 50 yıl önce söz verilen AB üyeliğini sonsuza dek beklemek durumunda bırakılıyor.
Pasif Berlin ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında mutlu mesut oturuyor, fakat topraklarındaki Amerikan nükleer silahlarından kurtulmak istiyor. Afganistan’a asker göndermesi yönündeki baskılara boyun eğdi, fakat bunu misyonun tekrar edilemez bir istisna olduğunu gösterecek biçimde hesaplanmış şartlarla kabul etti. Bu arada diğer, burnundan kıl aldırmayan Almanya, avro bölgesi kurallarının ortak çıkarları ulusal çıkarların önüne geçiremeyeceğinde ısrar ediyor.
Gelinen noktada müttefikler ve komşularla dayanışma, artık sıralamada Alman kamuoyunun arkasında yer alıyor. Bazıları, “Niye olmasın?” diyecektir. Almanya fedakâr rolünü niye oynasın? Almanların ilelebet savaş tazminatı ödemesini bekleyemeyiz. Kimse Sarkozy’den, hatta Britanya Başbakanı Gordon Brown’dan Avrupa’yı ulusal çıkarların önüne koymasını istemeyecektir.
Tarihi bilenlere tuhaf geliyor
Sadece kaçınılmaz bir değişime tanık oluyoruz. 20. asrın ikinci yarısı istisnaydı. Almanya şimdi ‘normal’ bir ülke. Kendisine İsviçre’nin azmanı olma yönünde bir gelecek tayin ederse, Avrupa’nın geri kalanının yakınacak nesi olabilir?
Almanya’yı heyecansız olduğu için azarlamak, tarihi az çok bilenlerin kulağına gerçekten tuhaf geliyor. Ortakları kıtanın en güçlü ülkesinin ağırlığını koymasını gerçekten istiyor mu? Kömür-çelik topluluğunu kuranların sona erdirmeyi umduğu şey tam da bu ağırlık ve heyecan değil miydi?
Zorla dizginleme yönünde daha önce gösterilen çabalar, felakete yol açan bir başarısızlıkla sonuçlanmıştı: 1. Dünya Savaşı faşizmin ve bir ikinci küresel yangının tohumlarını atan sakat bir anlaşmaya yol açtı. Döngü ancak Almanya’nın bölünmesi ve Avrupa entegrasyonuyla kırıldı; entegrasyon nadir bir Amerikalı ve Avrupalı dahi devlet adamları kuşağının eseriydi.
‘Almanya endişesi’ hiç bitmedi
Savaş sonrası kuruluş süreci bugün hatırlandığı kadar sakin değildi her zaman. Avrupa’nın kalanı Almanya’dan endişe duymaktan hiç vazgeçmedi.
Federal Almanya’nın Sovyetler Birliği’yle sorunsuzluk politikası, Almanya’nın birleşmesi uğruna Soğuk Savaş tarafsızlığını feda edecek bir anlaşma yapabileceği kaygılarını doğurdu. Fransa-Almanya lokomotifi de arada bir arıza yaptı.
İlk ciddi habercilik mesaim, 1980’lerin başında Reuters’in Brüksel muhabirliğiydi. Büyük hikâye Fransa cumhurbaşkanı François Mitterrand’la Almanya başbakanı Helmut Kohl arasındaki muazzam kavgaydı; mesele, Fransa’nın Alman mali ortodoksisine karşı ekonomik büyüme çabasıydı. Alman başbakanı bu kavgadan galip çıktı ve Fransa’yı devalüasyonun bedeli olarak deflasyonu kabul etmek zorunda bıraktı.
AB’den önce Almanya değişiyor
O gün bütçe açığı ve fazlası veren ekonomilerin kendi sorumluluğuna dair argüman, bugünküyle aşağı yukarı aynıydı. İronik olan şu ki, Fransa’nın sonrasında para birliğine yönelmesi, Paris’te avronun bu tür ihtilafları ortadan kaldıracağına dair oluşan kanaatten kaynaklandı.
Almanya’nın niyetlerine dair kuşkular, Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla tekrar dirildi. Britanya ve Fransa yeniden birleşme aleyhinde dolaplar çevirdi, zira eski Alman sorununun geri döneceğinden korkuyorlardı.
Ancak bu feryat figanlar, Avrupa projesinin esas dayanağını değiştirmedi: Almanya’nın ulusal çıkarlarını Avrupa çıkarlarıyla birleştirmeye gönüllü olması. Anlaşma, Almanya’nın ekonomik gücünü Fransa’nın siyasi liderliğiyle evlendirdi.
Merkel’in yayılmacılık politikasıyla değil ama Alman öz çıkarlarının sıcak yorganı altında saklanma politikasıyla meydan okuduğu şey işte bu anlaşma. Şu anki karmaşık jeopolitik değişim çağının sonunda ne tür bir Avrupa’nın ortaya çıkacağına dair çok şey yazılıp çiziliyor. Esas soruysa şu: Ne tür bir Almanya ortaya çıkacak? (25 Mart 2010)
Kaynak: Radikal