Ronald Reagan’ın sözlerinden hareketle, şayet Musa 10 emri evvela radyoda tartışsaydı, neye benzeyeceklerini merak ediyorum. Bir talk-şov sunucusunun sorularına spekülatif cevaplar vermenin sonucunda kendimi İsrail’in Eylül’de İran’a saldırmayı planladığını iddia eden tuhaf hikayeler dizisinin merkezinde bulunca, neye benzeyeceklerini artık biliyorum sanırım.
Los Angeles’ta “Background Briefing” adlı talk-şovun sunuculuğunu yapan dostum Ian Masters, Arap Baharı ve özellikle de İsrail’in İran’a saldırması halinde neler olacağı hakkında konuşmak için beni programa çağırdı. Kısa bir süre önce emekliye ayrılan Mossad’ın eski şefi Meir Dagan’ın, gitgide paranoyaklaşan ve yalnızlaşan Başbakan Benjamin Netanyahu’nun İran nükleer tesislerine pervasızca saldırmayı ve bunu kısa bir süre içerisinde yapmayı düşündüğünü söylemesi onu çok etkilemişti. Bir İsrail saldırısı, Arap Baharını çiviler miydi? Ben bunun bilinemeyeceğini söyledim fakat bunun sonucunda ortaya çıkacak krizin baskıcı rejimlere sokakları çok daha sert bir şekilde bastırma bahanesini vereceği muhakkaktır dedim.
Yayındayken Suriye bahsine girdik ama sonra hızla Dagan’ın söylediği sözlere geçtik. Saygın Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi dâhil aynı şeyi söylemiş emekli başka İsrail güvenlik yetkililerinin bulunduğunu da kaydettim. Buraya kadar her şey yolunda fakat bu şeyler radyoda geçtiğinden dolayı gerçek hemen spekülasyona döndü. Ciddi bir sorun olmadığı takdirde bu çaptaki İsraillilerin kirli çamaşırları kamunun gözü önünde yıkamayacaklarını dolayısıyla da Dagan’ın yorumlarının İranlıları bombalanma tehdidi karşısında korkutup nükleer programdan vazgeçirmeyi amaçlayan hesaplı, büyük bir blöfün parçası olduklarından kuşku duyduğumu belirttim.
Konu ısındıkça, Pentagon’da İran’la çatışmaya hazırlıklı olmak adına bir “uyarı emri” işittiğimi söyledim. Bunun olağandışı olmadığını, uyarı emirlerinin her zaman var olduğunu, bunun İsrail’le veya İran’a saldırmakla bir ilgisinin olmayabileceğini ekleyecektim (her şeyden evvel, Leon Panetta, Irak’taki Amerikan kuvvetlerine yapılan ölümcül saldırıların artış kaydetmesinin müsebbibi olmakla suçluyor İran’ı) fakat zaman kısaydı ve program yapımcısının bir sonraki misafirini ağırlaması gerekiyordu.
Netanyahu’nın çılgın olduğu ve palas pandıras bir şeyler yapmasının mümkün olduğu uyarısını yapan İsrailli eski güvenlik yetkilileri selinin önemi hakkındaki yorumlarımızı destekleyecek - medya uzmanlarının çok sık yaptığı şekilde -içeriden hiçbir bilgi olmaksızın iki kafadarın yerel bir radyo kanalında çeşitli konular üzerinde yaptığı spekülatif bir sohbetti bu. “İddiaya tutuşmak zorunda kalsam” diye risk alıp “bunun usta işi bir blöf olmaması halinde, ki İranlıların pes edip buna yenik düşeceğine inanmıyorum, birkaç ay zarfında bir tür çatışma olacağını söyleyebilirim; blöf olma şansının uzak olduğunu düşünüyorum” dedim. Herhangi bir aşırmacı okuyucudan daha fazlasını bildiğimi iddia etmedim.
Masters bu farazi saldırının farazi olarak ne zaman gerçekleşebileceğini sorduğunda gamsız bir şekilde “Eylül” dedim. İkiyle ikiyi topluyordum sadece: Eylül’de yapılacak bir saldırı, Netanyahu’ya İran nükleer tesislerini imha etme ve Filistin devletini tanıma hakkında (Eylül ayı için kararlaştırılan) BM oylamasını suya düşürme imkânı verecekti. Ortadoğu’da iki artı iki nadiren dört eder diyecektim ama zamanım kalmamıştı.
Telefonu kapattığımda Masters’ın bazı dinleyicilerini kaybettiğinden emindim. Her şeyden evvel, söylediklerim çeşitli medya haberlerinin bıktırıcı tekrarından ibaretti. Pasifik fırtınasının blog dünyasındaki bir versiyonuna dönmeseydi hepten unutmuştum. Nerede başladığını bilmiyorum ama sohbetimizin cımbızlanan kısımları kırmızı ışık saçan tehlike habercisi olarak yayına sokuldu. Huffington Post “Eski CIA yetkilisi: İsrail, Eylül’de İran’ı bombalayacak” manşetini çekmişti.
Huffington Post’un manşeti, İsrail’in Jerusalem Post ve Ha’aretz gazetelerinden Hizbullah’ın El Menar’ına kadar Ortadoğu medyasında çılgınlığa vardı. Verdikleri haberler, kilit karar alıcıların niyet ve planlarından haberdar içerideki bir kişinin kesinliğiyle konuşan bir tür kusursuz otorite olduğumu ima ediyordu. Sonra da nefret mektupları geldi. Eski bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, yorumlarımın “azgınlaştığımı” bilmesi için lazım gelen ispatlar olduğunu yazdı. Meşhur bir uzman beni serseri mayın olarak andı. Pazartesi günü geldiğinde de Dışişleri Bakanlığı eski sözcüsü P.J.Crowley ne konuştuğumdan haberimin olmadığını söyleyen mesajlar atmaya başladı Twitter’da. Crowley’in mesajları, İsrail’de baş sayfa haberleri oldu.
Crowley, iyi bilmediğim şeyler hakkında spekülasyon yaptığımı söylerken haklıdır.(Yorumcuların genelde yaptıkları şey bu değil mi zaten?) Fakat benim sorum şu: Radyonun web sayfasını ziyaret edip mülâkatı dinlemedi mi? TIME’deki editörlerim bunu yaptılar. Crowley’in ve diğerlerinin 12 yıl zarfında devletten maaş almadığımı ve dolayısıyla da konuyla ilgili içeriden bir bilgi sunmadığımı niçin gözden kaçırdıklarını merak ediyorum. Ayrıca, planlanan bir saldırı hakkında bana imtiyazlı bilgi geçecek Netanyahu’nun beyin takımına arka kapıdan erişimim olduğunu da iddia etmiş değilim.
Bildiğim kesin bir şey varsa o da spekülatif gezintimin kazayla arı kovanına çomak sokmuş olmasıdır. Bilebildiğim kadarıyla, Eylül’de yapılması planlanmış bir saldırı gerçekten de var galiba. Veya, büyük ihtimalle Temmuz’da – Temmuz sıcaktır – ve herkes Murdoch saçmalıklarından sıkıldı. Gerçeğe dönmek üzere saf spekülasyondan çıkıyorum: Jerusalem ve Washington’daki karar süreçleri twitlerin, radyo programlarının ve blog dünyasındaki histerilerin güdümünde değil neyse ki. Fakat iyi de ben ne biliyorum ki?
Yazar hakkında: Eski CIA yetkilisi; TIME dergisi istihbarat yazarı.
Kaynak: TIME
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın