Hrant Dink cinayetinde, sanki, gerçeklerin üstü örtülmeye çalışılıyor.
Mesela, 8 polisin yargılanmasına Trabzon Valiliği izin vermedi. Oysa, bu 8 polisten biri, "Büyük abi" Erhan Tuncel'i istihbaratçı yapan dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek'ti. 6 Şubat 2006'da gerçekleşen Rahip Santora cinayetinin süratle aydınlanması üzerine, Ramazan Akyürek Ankara İstihbarat Daire Başkanlığı ile ödüllendirilmişti. Daha da önemlisi, Hrant Dink'in öldürüldüğü gün, Erhan Tuncel ile telefonla konuştuğu tespit edilen Muhittin Zenit de, Trabzon Valiliği'nin yargılanmasına izin vermediği 8 polisten biriydi.
İstihbarat'tan M.Z adlı bir polisin, cinayetten hemen sonra Erhan Tuncel'le telefonla konuştuğu biliniyordu. Fakat, konuşma kayıtları kamuoyuna intikal etmemişti. Nihayet dava dosyasına konuldu ve aynı gün basına da yansıdı. Polis Muhittin Zenit ile Erhan Tuncel, "kanka vaziyetinde" görünüyorlar. Ama, resmi bilgilere göre, Zenit, istihbarat amacıyla Tuncel'e yakınlık gösterip, ağzını aramış.
Aslında, gazetelerde yayımlanan konuşma bandına bakınca, istihbarat amaçlı bir sohbet de söz konusu olabilir, bir işbirliği ve dayanışma da. Polis Muhittin Zenit, Tuncel'in ağzını arıyor; olayı Yasin Hayal'in yapıp yapmadığını öğrenmeye çalışıyor. Ama öyle laflar söylüyor ki, tüyler ürpertici: "Onu kim gebertti diye sorgulamıyorum. O konuda samimiyetimden şüphe duyuyorsan o ayrı."
Ayrıca Tuncel, "Bizimle alakalıysa, getirir uygun bir şekilde teslim ederim" teklifini yapıyor, Zenit, "Ulan oğlum ne getiriyorsun, getirmenin ne gereği var. Sadece paylaşayım dedim, nedir ne değildir diye" cevabını veriyor.
Tuncel, "Yapanın eline koluna sağlık" deyince de Zenit, "Öyle tabii canım, orası öyle" cümleleriyle muhatabını tasdik ediyor.
Tuncel, istihbarat elemanı ise, polis memurunun, Hrant Dink düşmanı gibi görünme ihtiyacı mı var?
O. S.'nin Samsun Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'nde çekilen bayraklı fotoğrafları, kimi çevrelere hâkim olan çarpık milliyetçilik anlayışını daha ilk günden ortaya koymuştu. Hem polis, hem de jandarma görevlileri, S.'nin yanında poz veriyordu. Tam arkada, Atatürk'e ait, "Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez" cümlesi yazılıydı. Görevlinin biri S.'ye sarılıyor, bir başka görevli "Abine güzel bir poz ver lan... Hem de gülerek haydi şöyle", diyor, bir başkası "Bayrağı güzel tut, indir de yüzünü görelim" uyarısını yapıyordu.
Erhan Tuncel ve Muhittin Zenit arasındaki telefon konuşması bu sahnelerle birlikte değerlendirilince, ilişkinin pek masumane olmadığı sonucuna varabiliriz.
Bebek katiline sahip çıkılır mı?
ADI konulmamış bu bebek, PKK vahşetinin sembolü oldu. PKK, 21 Ekim 1993'te Siirt'in Baykan ilçesine bağlı Günbuldu köyü Derince mezrasını bastı. Evde bulunan kadın ve çocukları ilkokulun önünde topladılar, koruculara "Teslim ol" çağrısı yaptılar. Korucular direnince, katliam gerçekleştirildi. Biri hamile 8 kadın ve 14 çocuk, orada katledildi. Hamile kadının karnı parçalanırken, bebeği de dışarı fırlamıştı. Ölen diğer çocuklardan Zeynettin 2 yaşında, Yılmaz 3 aylık, Saime 6 aylıktı.
PKK terörü, zaman zaman durulmakla birlikte, sona ermedi. 2 gün önce, Şırnak'ın Beşağaç köyü yakınında 12 kişinin öldürülmesi haberiyle sarsıldık. Bir yandan Türk ve Kürt aydınlar kardeşlik havası içinde, birlikte çözüm arıyorlar; öte yandan terör, can almaya devam ediyor. Acaba parlamentoda temsil edilen Demokratik Toplum Partili milletvekilleri, iyi niyetli gayretlere bakıp, Öcalan'la göbek bağlarını koparmaya cesaret edecekler mi? Yoksa hâlâ "Öcalan bizim liderimiz. PKK'ya terör örgütü diyemeyiz" şeklindeki bir söylemi devam mı ettirecekler?
Dervişin fikri
YA Tayyip Erdoğan'ın Basın Danışmanı tedbirli davranıp, başbakanın konuşmasını teybe almasaydı ne olacaktı? Malezya tartışmasından sonra, Erdoğan'ın, Atatürk'e karşı tavrı, gündemi haftalarca işgal mi edecekti?
Robert Pollock'u önceki yazılarından da tanıyoruz. Pollock, Michael Rubin, Richard Perle ve Frank Gaffney gibi AK Parti aleyhtarı bir grupta yer alıyor. Pollock, 16 Şubat 2005'te de, gene Wall Street Journal'de, Türkiye'yi "Avrupa'nın hasta adamı" diye takdim etmiş, "Atatürk'ün mirasının kaybolmak üzere olduğunu" ileri sürmüştü. Erdoğan'ı Bush'a nankörlük etmekle suçluyor, "Amerika'yla arası açılan ve Avrupa'nın da kabul etmediği Türkiye, ikinci sınıf bir ülke olacak" diye yazıyordu. Tayyip Erdoğan ile son röportajını okuyunca bu yüzden hiç hayret etmedik. Zira dervişin fikri neyse, zikri de odur.
Kaynak: Sabah