Ben kürdüm ve böyle düşünüyorum!

İçeride mi vursak, dışarıda mı saldırsak,

Ovaya mı indirsek, dağlara mı kaldırsak,

Yabana mı atsak, sabana mı sürsek,

Dağda mı bombalasak evin de mi öldürsek,

Kafasını mı koparsak, topuğuna mı sıksak,

İçimize mi alsak, dışımıza mı itsek... gibi ve benzeri...

İç içe uzayıp giden bir sürü politik dilemma… Öne sürülen her formül, geliştirilen her çözüm, her şeyi baş aşağı gösteren içbükey bir görüntüyü ve onun ters algısını da içinde barındırıyor.

Gerekçe ve nedenlerinden çok sonuçları üzerine kurgulanan entelektüel önerileri tonla taşıyan raysız bir marşandiz. Türkiye'de, Irak'ta, Suriye'de ve muhtelif parsellerde...

  En yabancısının meseleye en çok yön vermeye çalıştığı bir aydın “tester” i olarak kaderiyle küsülü bir sığınak ahalisi gibi yaşıyor Kürtler.

Kürt ve Kürtlere ilişkin mesele, aydın olma yönünde çaba harcayan kıçı kırık aydın güruhunun tez ödevi olarak didiklene didiklene iğdiş edilmiş bir ilm-i yekûn...

Kürtler;

Bütün lastikleri patlatılmış, jant üstünde yol alan tarih kadar eski bir araba...

Kıblesini ve imamını arayan şaşkın bir cemaat...

Faşo ağaların ve üfürükçü sahtekârların mürebbilik yaptığı bir kavm-i kadim...

Bin yıllık kan davalarının taze kiniyle kavî ve her dem intikama müheyyâ bir millet...

Azer'ine putla, İbrahim'ine Nemrutla inanmaya zorlanan ehl-i araf...

Bin aşiretten bir devlet yaratamayan düşman kardeşler topluluğu...

Kendi kendine mağrur ama akvam-ı cihana mahcup. Her türlü cürmün akla gelen ilk zanlısı.

Mezarında ölü yatarken Bolivya'daki cinayeti üstlenmesi istenen stepnelik şüpheli.

Kabil'den bu yana her maktulun cesedinde aranan parmak izi... Hem Kabil, hem Habil.

Harut ve Marutu saçlarından asılı tutan çah-ı babil.

Hey lele ve hey lolo"dan oluşan dünyanın en uzun ağıtı.

Ve bugün iç politik çekişmelerin tükenmeyen malzemesi...

Milliyetçisinden İslamcısına, Kürtçüsünden ümmetçisine, cumhuriyetçisinden enternasyonalistine kadar; erk ve iktidar peşinde koşan her türlü güç odağının şamar oğlanına çevirdiği bir halk.

Amerikalı ve Avrupalı Kürt meselesini anlamak için Kürt halkının arasında çadır kurarken, gevezeliği kar edinmiş işgüzar yazar ve aydınlarımız bu meseleyi anlamak için Avrupa ve Amerika'ya yerleşmeyi tercih etmiştir hep.

Gidemeyenler de oralardan gelen haberlerle meseleyi ele almış ve konuya hâkim sıfatla entelektüel müdahalelerde bulunmuştur. Önerilen ya da öngörülen yorumlara, karşı yorumlar yaparak soruna çeşni katmaktan ileri gidememiştir.

Meselenin ele alış biçimi üniform nosyonun sınırlarını ne yazık ki zorlayamadığı gibi içini doldurmaya da yetmemiştir.

Kürt meselesini, Ortadoğu'nun aşure kazanına katarak karıştırmanın meselenin çözümüne ilişkin bir ipucu vermeyeceği hiç düşünülmemiş ve Kürt meselesinin kendi özel bağlamında ele alınmasının gerekliliği hep göz ardı edilmiştir.

Kürt meselesini terörle ilişkilendirerek ele almanın militer yöntemleri zorunlu kılması ve geliştirilen her türlü çözüm metodunun Milli-Askeri Stratejik bağlamda değerlendirilmesi meseleyi "aslından" "füru"una mahkûm etmiştir.

Dün olduğu gibi bugün de Kürt denince çağrışan her türlü sorun, halkın bizzat kendisiyle değil bu sorunları çözmeye namzet elitlerle tartışılıyor. Temsil ve ehliyet yeterliliğine bakılmaksızın fikrine danışılan sözümona kanaat önderleri, sözümona çözüm arayan rahatsız elitlere bir öneriyi dayatmaktan çok telkin edilen resmi düşünceyi mezar taşı gibi dinlemekten farklı bir konumda olamamıştır.

Mahiyeti ve muhteviyatı hep aynı yerde sayan bu kadim cumhuriyet meselesinin taraflar arasında bir ping-pong topu gidip gelmesi, kendini kanla taze tutma özelliğinden kaynaklanıyor. Dökülen kanın kime ait olduğundan çok buna sebebiyet veren bir etnik kimliğin sorgulanması, problemin başat karakterini oluşturuyor.

Akademide ve parlamentoda koltuk sahibi olan Kürtlerle yazma becerisi bir tek çek defteri üstünde görülebilen sermayedar Kürtlerin taraf kabul edilmesi, meselenin çözümüne ilişkin çabaların akametini göstermesi açısından önem arz ediyor. Bir telkinin muhatabı olarak uzun masaların kapı ağzındaki ucuna oturtulan, meselenin çözümüne ilişkin sorulardan çok sorgulanmaya tabi tutulan Kürt elitlerinin asıl sancısı, Kürt ya da Kürdistan sorunsalından çok Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bizatihi kendisine ilişkin beklentilerinin karşılanmasıdır.

Ne Apo'nun ve ne de diğer Kürtçü aydınların Kürt halkına ya da kurulacak bir Kürt devletine ilişkin bir hesabı olmamıştır. Hesap, Türkiye'deki rejiminin yönetici elitleri arasında yer bulma mücadelesi etrafında oluşmuş ve Kürt halkı bu hesabın hamallığına zorlanmıştır.

PKK; teorik, politik ve pratik planda İttihat ve Terakki'nin şekil ve muhteviyatı ile birebir örtüşen dönüştürme projesinin terörize olmuş biçimidir. İttihat ve Terakki'nin ahaliyi hilafet ve saltanat tahakkümünden kurtararak seçkinci bir oligarşinin hâkimiyetine kul etme mücadelesi ile PKK'nın mücadelesi aynı; laik, pozitivist, modernist, seküler, batıcı ve halkını hakir görücü bir düzlemde nerdeyse aynılık göstermektedir.

Kürt halkının dinsel ve Feodal bağlılıklarını kırarak kendi oligarşik tahakkümünü kurmak üzere yola çıkan PKK"nın temel mücadele mantığı, bu sistemin yönetici elitleri arasında yer almak ve kendi eliyle terbiye edip dönüştürdüğü bir halkla beraber de bunu isteme hakkını yaratmak üzerinde kurulmuştur.

Türkiye'deki Kürtlerle; Irak, Suriye ve İran'daki Kürtlerin aynı sosyolojik kriterlerle ele alınması ve bütün bu coğrafyalardaki Kürtlerin PKK ve terörle bağlantılanması işin başka bir yüzü.

Türkiye'deki aydınların da ele almaktan hastalıklı bir haz duyduğu bu mesele; bir yazarın aynı konuyu, aynı kelimelerin yerini değiştirerek ve on gün üst üste köşesine yerleştirmesi gibi kültürel bir zenginliğe yardımcı olmuştur.

“İçeride mi vuralım dışarıda mı? Kuzey'e girelim mi, girmeyelim mi? Kürtlere Yahudiler ve ABD yardım ediyor mu etmiyor mu? Girersek ne olur, ne olmaz?” gibi bir sorunun çözümünden çok muhtemel sonuçlarını sorgulayan binlerce soru ile meseleyi bilinçli olarak akamete uğratmaktan başka yaptıkları bir şey yok.

Sorun şu ki şu soru var;

PKK tamamıyla kökünden kazınsa bile Kürt sorunu bitmiş olacak mı?

Hayır.

Kürt meselesi Ortadoğu'nun sorunlar cehenneminden vareste, kendi özel bağlamında ciddi bir sorun ve bu sorun bir kan davası olarak her zaman sürecektir. Tavuğuna “kış” dediği için kardeş kanı döken ve kendi kanından olanlara karşı bile kan davası güden Kürtler, PKK'dan olduğu gibi PKK dolayımından kaybettiği her şeyin intikamını almanın peşinde olacaktır. Bu hassasiyeti deşifre eden her odak bu intikamın alınması için yardım ve yataklık edecektir.

Türkiye kendi içindeki Kürt meselesini çözmeli, içerdekini terbiye etmek için dışarıdakini dövme mantığından vazgeçmeli.

Barzani ve Talabani Türkiye'ye rağmen özgür bir ülke olmanın tadını çıkarmayacaklarını bilecek kadar akıllılar. Türkiye'de 2 ABD'ye (Amerika Birleşik Devletleri-Avrupa Birleşik Devletleri) rağmen bölgede serbest hareket edemeyeceğini hesaplayarak dürtükleyen aydınların kışkırtıcılığından kurtulmalıdır.

Kürt meselesi bir çah-ı beladır. Bu belanın kurbanları yine Kürtlerdir.

Diyelim ki tüm dünyanın kabul ettiği bir devlet kuruldu Irak'ta...

Ve adı Kürdistan oldu.

Ama Windows Türkçe işletim sisteminin bu devleti tanımayacağından adım gibi eminim.

Kürdistan kelimesini tanımıyor ve yazım hatası olarak altını kırmızıyla çiziyor.

İşte böyle bir yaklaşımdır Türk aydınının Kürt meselesine yaklaşımı...