Belirsiz zeminde İran-Suriye ittifakı

Beşşar Esad’ın ikinci kez göreve başlama töreninde İran devlet başkanı Mahmut Ahmedinecat Perşembe günü, aralarındaki stratejik ittifakla ilgili belirsizliklerin arttığı bir zamanda ilişkileri güçlendirme umuduyla Şam’ı ikinci kez ziyaret etti.

1980’lerin ilk yıllarından beri Suriye, İran’ı istila etmeye çalışan diğer Baasçı Arap rejimine yani Saddam Hüseyin rejimine karşı İran’ı desteklediğinden bu yana sağlam olan bu ittifak, Ortadoğu’da genişleyen güvenlik ve jeopolitik hesaplardan dolayı yeni bir baskıya maruz kalıyor. Bu yeni baskılar; İsrail’in, ABD’nin ve Ürdün ve Mısır gibi ABD yanlısı Arap rejimlerinin, Suriye’nin, İran’dan uzaklaşacak şekilde “tutum değiştireceği” umutlarını tazeledi.

Önceden, zeki Ortadoğu gözlemcileri tarafından uzak birer ihtimal olarak görülen bu beklentiler İran-Suriye ekseninin bitmesi ile ilgili olarak yapılan spekülasyonun son raundu öncelikle “Şam ziyaretimden edindiğim izlenim, eğer bir barış çığırı açacaksak bu Suriye’nin İran, Hizbullah ve Hamas politikalarında değişiklik yapmasından sonra olacaktır” diyen BM Ortadoğu özel elçisi Michael Williams’ın açıklamasıyla ateşlendi.

İran ile ilgili Suriye’nin yeni “esnekliği” haberleri ile çakışma; İsrail başbakanı Ehud Olmert’in, Suriye’ye ciddi barış görüşmelerine başlama ile ilgili sürekli yaptı çağrıların ortasında Suriye ve İsrail arasındaki gizli bağlantılarla ilgili haberlerle gerçekleşti.

Hem ABD hem de İsrail Esad ‘n bu günlerde karşılaştığı toplu baskılara oynamaktadırlar. Bu baskılar büyüyen Irak mülteci krizi, Lübnan’daki politik çıkmaz, eski Lübnan başbakanı Refik Hariri’nin suikastıyla ilgili uluslar arası mahkeme, durgun bir ekonomi ve güçlü İsrail ordusundan gelen askeri tehditlerle yüzleşme. Bütün bunlar ABD ve İsrail’in, Suriye’nin İran ile olan ilişkilerini zayıflatma kozu olarak görülüyor. Bu yüzden farklı İsrailli yazarlar şimdiye kadar öngörülerini destekleyen çok az deneysel veri olduğunu hesaba katmaksızın  İran ile Suriye arasındaki farklı öncelikler hakkında yazmaktan yorulmuyorlar.

İran-Suriye ilişkilerinin dayanıklılığının esas nedenleri geçerliliğini korumaya devam ediyorlar: İsrail işgal ettiği Suriye topraklarını geri verme ile ilgili önemli bir işaret göstermiş değil ve Suriye’yi askeri olarak tehdit etmeye devam ediyor. Bu Suriye yönetiminin ABD ve İsrail tarafından önlerinde sallanan havuçlardan etkilenmemeleri için yeter bir sebeptir. Şu an Ortadoğu barışı için bu tarz birkaç “jest” var. Bu jestler; ABD başkanı George W Bush’un Oslo tarzı bir barış konferansı için gecikmiş ve zayıf çağrısı ve AB’nin, Suudi Arabistan önderliğindeki Arap barış İnisiyatifi’ninkine çok benzer bir şekilde barışı toprak temeline oturttuğu için ABD ve İsrail tarafından beğenilmeyen en son “Akdeniz İnisiyatifi”dir.

Sonuncu girişimi düşündüğümüzde Arap Birliği’nin temsilcileri İsrail’e kısa bir ziyaret planlıyorlar ve bu Arap dünyasının İsrail ile uzlaşmaya doğru giden bir yola girdiğinin diğer bir işaretidir. Bu girişim, süreç içinde İran-Suriye bağlarının barış sürecini engelleyen önemli barikatlarını şöyle yada böyle ortadan kaldırmaya mecburdur. Şu an bu olası görünmüyor, özellikle de geçen yılki İsrail-Lübnan savaşının yaraları hala sıcakken ve Hamas-el-Fetih çatlağı büyüyorken.

Esad’ın yönetimindeki Suriye hükümeti İran’ın dış politika hedefleri ile tam uyumlu olmayan bir yöne doğru eviriliyor. Suriye’deki Baasçı rejim, Arap milliyetçi ideolojisine bakmayarak İran ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında üç ada ile ilgili —Ebu Musa, Küçük Tunb ve Büyük Tunb—dikenli tartışmada Körfez İşbirliği Konseyi’ne destek vermektedir. Devasa mülteci problemiyle başa çıkmak için KİK’in verdiği finansal destekten söz edersek, Şam öngörülebilir bir gelecekte bu desteğine devam edeceğe benziyor.

Aslında Şam’ın 1.5 milyon Irak göçmenini kucaklamasına karşın duracak gibi görünmeyen mülteci akışının yükü Şam’ı, Suriye ve diğer Arap devletlerinin kendi cihatçılarından söz etmezsek uluslar arası savaşçılarının son birkaç yıldır Suriye’nin Irak’a giriş noktalarını kullandığı Suudi Arabistan’a doğru itecektir. Son ABD ordu raporuna göre Irak’taki yabancı savaşçıların %15’i Suriye üzerinden gelmektedir.

Şam aynı zamanda İsrail’in bölgedeki müttefiki Türkiye’ye de yanaşıyor ve bu haberler Suriye’yi İsrail-Türkiye bağına karşı denge unsuru olarak gören Tahran için oldukça huzursuz edici haberlerdir. Amerikan yanlısı Nicolas Sarkozy’nin yeni yönetimi altındaki Fransa, aktif bir Suriye politikası geliştirmek için az biraz zaman çarçur etti. Tahran’ın bakış açısından Suriye üzerindeki bu dış etkilerin net sonucu; Suriye ile olan ilişkileri gerçekten olgunlaşması veya aşamalı bir şekilde “yumuşak ayrım”a uğramasıdır.

bir de İran nükleer krizi var tabi, bazı İranlı politik analistler, İsrail’in Suriye’ye yaklaşmasını İsrail’in, İran’a karşı saldırgan stratejisinin bir parçası olarak değerlendiriyorlar. Başka bir deyişle İsrail, İran’ın nükleer tesislerine herhangi bir saldırıdan önce Suriye’ye ciddi tavizler verecek mi? Tahran üniversitesinden bir profesör Şam açısından bu yeniden yapılanmanın “parametrelerini” neler olabileceğini sesli düşünerek bana “Suriye hükümetinde İran ile olan ilişkilerini tekrar kurmak kadar güçlü olmayan yavaş bir yeniden gözden geçirme hareketi var” dedi.

Bu gün İran içinde nerdeyse hiç kimse yakın bir gelecekte ülkenin bölgesel ittifak ve dayanışma ağı kurma ihtiyacını arttıran olası bir ABD veya İsrail saldırısını inkar etmiyor. İsrail’in İran’a karşı “psikolojik savaşı” böyle olmasını istemese de İran’ın, Suriye’yi stratejik bir ortak olarak elde tutma çabalarını ikiye katlıyor. Fakat İsrail’in bu tutumu eşit güç ve ivedilikle Suriye’yi etkiliyor mu? Muhtemelen hayır.

Bir günlük Suriye gezisinde Ahmedinecat’a; dışişleri bakanı Manuçehr Muttaki ve Iraklı mültecilerin büyük orandaki Suriye ilticasından dolayı oluşan vahim iskan kıtlığında Suriye’ye desteğinin parçası olarak bir iskan bakanlığı yetkilisi eşlik etti. Cari olarak İran, kendini savaşın ülkelerini yakıp yıktığı Iraklı mültecilere ev sahipliği yapan Suriye’yi maddi olarak desteklemek zorunda kalıyor. Fakat Tahran’ın kendisinin ekonomik ve finansal sınırları var ve Şam’a destek olarak verebileceği sınırlı teşvikler var.

Şam, İsrail ile diyalog ve uzlaşmaya daha fazla duyar mı, eğer böyle olursa İran, ya Suriye’ye öykünüp kendi dış politikasında benzer ayarlamalar yapmak yada Suriye ile arasını ayırma şeklinde gelişecek bir politika riskine girmek arasında keskin bir tercih yapmak zorunda kalacaktır.

Şu an için bu soru büyük oranda geleceği belirleyecektir. İsrail başbakanı Olmert kendi evinde baskı altında ve oldukça zayıflamış durumda; Suriye’ye karşı ciddi herhangi bir inisiyatifi başlatabilecek politik istekliliğe sahipmiş gibi görünmüyor. Irak’ta çamura saplanmış ve yakında işi bitecek olan bir başkan oturuyor Beyaz Saray’da. Suriye’nin iki yıl önce askerlerini çekmesine karşın hala dikkate değer bir etki ve mal varlığına sahip olduğu Lübnan’daki politik diyalogun kaderi kalın bir belirsizlik bulutunun altında muallaktadır.

Gerçekten de Suriye’nin yakın çevresindeki bu kadar belirsizlik Suriye’nin, İran ile olan ilişkilerinin sağlamlılığına katkıda bulunuyor. İran, Suriye ile olan ilişkilerinin periyodik gözden geçirilmesini gerektiren dış politikasında küçük düzenlemeler yaparak ilişkilerin devamlılığının baskın geleceğinden emin olabilirdi.

 

Büyük soru şudur; eğer ABD ve AB tarafından barış sürecini hızlıca başlatmak ile ilgili geçmişte yapılmış çabalar başarılı olsaydı ne olurdu? İran bu sürece kendini uyduracak mıydı yoksa süreci bozan rolünü mü oynayacaktı? Eğer süreci bozan rolünü oynasaydı bu durum Suriye ile olan hassas ilişkilerini bozar mıydı? Bu; gün her iki ülkenin başkentlerinde sorulan en önemli sorudur.

 

 

Bu makale Ali Karakuş tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.