Beğen ya da beğenme ABD, Çin ilişkilerini yönetemez

Amerika’nın Çin’le ilişkisinden başka hiçbir ikili ilişkinin, Amerikan güvenliği üzerinde daha büyük etkisi olmayacaktır. Çin daha iddialı ve güçlü olduğunda Washington ve Pekin ilişkilerinin nasıl evrileceği henüz belli değil. Bazı Amerikalı liderler ve politika uzmanları, ABD’nin Çin yükselişini faal halde kuşatma veya sınırlandırma teşebbüsünün muhasım ilişkiler yaratacağını, daha münasip bir strateji ve uzlaşmacı bir yaklaşımla bundan sakınılabileceğine inanıyorlar. Bu grubun inancına göre amaç, Çin’in mevcut siyasi ve güvenli sisteminde lider rolünü oynamasına izin vermek suretiyle  meydan okumasını engellemektir. Diğer politikacılar ve politika uzmanları ise Çin’in Asya-Pasifik bölgesinde Amerikan nüfuzunu kuşatıp geriletmeye azimli olduğunu düşünüyorlar. Dolayısıyla da Çin’in daha da büyümesini ve Pekin’in bölgesel hâkimiyet tesis etmesini beklemeden şu an karşı durmak daha iyidir.

Bu her iki düşünce ekolü de ABD-Çin ilişkilerinin muhasım mı yoksa işbirlikçi mi olacağını izlediği politikalarla ABD’nin belirleyeceğini varsayıyorlar. Muhtemelen her ikisi de hata yapıyor:  Amerikalıların kabul etmesi zordur ancak ABD-Çin ilişkilerinin evrimini Amerika kontrol edemeyebilir. Tam aksine, neticeyi Çin içindeki etkenler belirleyecektir.

Emsal bir rakibin olduğu Amerika’nın yakın tarihi, bu dinamikle ilgili bir pencere sunmaktadır. Amerikalı politikacılar II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliğini anlamak ve bir strateji belirlemek için çırpınırlarken ABD dışişleri bakanlığının önde gelen Sovyet uzmanı George Kennan anahtarı sunmuştu:  Kennan bu ikili ilişkilerde Amerikan politikası ve tercihlerinin daha az Rus tarihinin ve Sovyet rejiminin içinde bulunduğu güvenlik sorunlarının ise daha çok belirleyici olduğunu savunmuştu.

Bir benzeri çağdaş Çin için de geçerlidir.

Çin dünyayı ve dünyadaki rolünü tarih lensinden görüyor. Bin yıllık hâkimiyet, ardından Çin’i Avrupa’nın sömürge güçleri karşısında savunmasız bırakan bir zayıflık; sonra Japonya. Tuhaf bir karışım ortaya çıkıyor neticede: Çin’in Asya-Pasifik bölgesinde hâkimiyet tesisinin doğal bir durum olduğu inancına eşlik eden yoğun bir savunmasızlık korkusu. Fakat aynı zamanda, yolsuzluk ve Çin siyasi sisteminin kapalı doğası onu gevrek hale getiriyor. Böylelikle rejimin meşruluğu, iç muhalefeti söndürmek için ekonomik büyümeye, büyümenin devamına ve de yabancı güçleri Çin’in zayıflıklarını bir kez daha kullanmaktan men edeceği kesif bir ulusçuluğa dayalıdır.  Çin’in ulusal güvenlik stratejisini ekonomik büyümeye ve “rejimin istikrarı hammaddelere, enerji kaynaklarına erişimine ve yanısıra bunları kontrol etmeye bağlıdır” varsayımına dayamasını sağlamıştır. Çin’in tarihe giden savunmasızlık korkusu, Çin liderlerini dış güçlerin kaynak bağımlılığını Çin’e karşı kullanacağına ikna etmiştir. Çin’in tarihi üstünlüğünü yeniden kazanma baskısıyla birleşince, özellikle de enerji kaynaklarına erişimi etkileyebilecek toprak ihtilaflarında komşulara karşı daha güçlü ve gitgide saldırgan bir duruş ortaya çıkmaktadır.

Çin’in en yoğun çekişmelerinden biri de Vietnam’a karşıdır. İki ülke arasındaki husûmet, Çin’in Vietnam’ı zaptettiği dört dönemin ilki olan M.Ö 111 yılına dek geri gider. Bugün ikili ilişkilere hâkim olan gerilim Güney Çin Denizi’ndeki Paracel ve Spratly Adaları üzerindeki toprak ihtilafından kaynaklanmaktadır. Bu adalar toprak genişliği bakımından önemsizdir ancak bunların kontrolü deniz altındaki potansiyel olarak devasa petrol ve doğal gaz yataklarına erişim imkânı sunmaktadır. Hem Vietnam hem de Çin bu adalar üzerinde hak iddia etmektedirler. Vietnam, coğrafyadan hareketle, Çin tarihten hareketle hak iddia etmektedir. İki ulus 1970’lerde ve 1980’lerde çatışma yaşamışlardı ki benzeri tekrarlanabilir. Çin geçen aylarda bu adalara asker konuşlandırmayı kararlaştırdı ve adaların mülkiyet sorunu devam etmesine rağmen yönetim statüsünü değiştirdi. Vietnam nazarında Çin’in bölgede hâkimiyet tesis etmek için ekonomik, siyasi ve askeri gücünü kullanmaktan çekinmeyeceğinin bir işaretidir bu.

Çin’in diğer toprak ihtilafı Japonya’yladır. Japonya’nın Çin’deki büyük yatırımlarına rağmen Japonya’nın Çin’i vahşice işgal edip sömürdüğü 1930’lara ve 40’lara geri giden tarihi şikâyetlerden dolayı ilişkiler gerginliğini koruyor. Doğrusu, Çin’de ulusçu hiddeti Japonya’nın savaş zamanındaki son derece vahşi talanından başka çok az şey harekete geçirir. Bu husumet derindir ve kökü geçmişe gitmektedir ve Doğu Çin Denizi’nde Japonya idâresindeki Senkaku Adaları üzerindeki toprak ihtilafı sayesinde yeni bir düzleme tırmanmıştır. Tokyo’nun geçen ay bu adaları (Çin’de Diaoyu olarak bilinirler) özel sahibinden satın alma kararı, Çin’in 80 şehrinde çok iğrenç gösterilere neden oldu. Göstergelere bakılırsa, bu gösterileri Çin yönetimi – yahut en azından zorlu bir liderlik seçimine girmiş Komünist Partideki bası kesimler – örgütledi. Otoriteryan ülkelerde genelde olduğu üzere, dışarıya yönelik iddialı çıkışlar, dikkatleri yönetimin noksanlarından başka tarafa çekmekte yahut iç güç mücadelelerinde bir hizbin el üstünlüğü sağlamasına yardım etmede kullanışlıdırlar.

Burada anahtar, Çin’in artan bölgesel iddiacılığının iç siyasi dinamiklerin güdümünde oluşudur: Buna ABD yol açmıyor; Washington buna tam olarak hâkim de değildir. ABD’nin yapabileceği en iyi şey, Pekin’e karşı direnmekte bölgesel ortaklara desteğini garantilemesidir. Güney Çin Denizi’ndeki ihtilafın da parçası olan Japonya ve Filipinler gibi geleneksel ortaklar için geçerlidir bu ancak Vietnam gibi yeni ortaklar da olmalıdır. Amerikalı stratejisyenler onlarca yıldan beri Çin’le her hangi bir ihtilafın Tayvan üzerinde kopacağını farz ettiler. Ancak görülüyor ki deniz altındaki enerji kaynakları ve asırlarca geriye giden toprak ihtilafları üzerinde kopması daha muhtemeldir.

ABD-Çin ekonomik ilişkilerinin boyutu, karşılaşma yahut çatışma ihtimalini sınırlandırmaktadır. Fakat karşılaşma veya çatışma ihtimalini yok etmemektedirler. Almanya’nın I.Dünya Savaşından önce Rusya’yla hatta Fransa ve İngiltere’yle büyük bir ticaret ve yatırım ilişkisi vardı. Ama yine de savaş oldu. ABD-Çin ilişkileri bakımından, tüm gözler Çin ordusu değil Çin ekonomisi üzerinde olmalıdır. Ekonomi yavaşlamaya hatta durağanlaşmaya başlarsa Pekin gücünü pekiştirmek için iddialı ulusçuluğa, zayıflık korkusuna ve dış güçlerin sömürüsüne bel bağlayacaktır. Durum böyle olursa, ABD-Çin ilişkileri, ABD ne yaparsa yapsın, daha karşılaşmacı ve tehlikeli bir hale gelecektir. ABD’nin yapabileceği en iyi şey, Çin’le ortaklık geliştirmek için makul bir çaba harcamak ve başarısız olduğunda, Çin’in iç dinamikleri çatışmaya yöneldiğinde, şaşırmamaktır.

Kaynak: World Politics Review

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı