BDP ne yaptı?

12 Haziran seçimlerinin iki galibi vardı. Biri oy yüzdesini artırdığı halde vekil sayısı düşen AK Parti; diğeri ise oy oranı artmamakla birlikte Parlamento'daki temsil oranını neredeyse ikiye katlayan BDP.

Önceki seçime göre hem oy yüzdesini hem de vekil sayısını artıran CHP ise ilginç biçimde kaybedenler safında yer aldı. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, kurmay heyetini üçüncü defa değiştirerek başarısızlığı tescillemiş oldu. Tasnifi haklı kılan başarı kriteri ise, beklentileri aşma ve yeni döneme tesir edebilme potansiyeliydi. AK Parti ve BDP anayasanın yeniden yapılacağı yeni dönemin en etkili iki aktörü olma şansını 12 Haziran seçimiyle yakalamıştı. Zira anayasanın en önemli değişiklikleri Kürt meselesi ile ilgili olacak. Bütün kesimlerden oy alabilen iktidar partisi ile sadece Kürtlerin bir kısmından oy alabilen BDP sürecin lokomotifi olabilirdi. Bu sözlerden diğer partilerin etkisini sıfırladığımız anlaşılmamalı. En sorunlu alan, en etkili aktörler konusunda belirleyici pozisyonda.

Gelelim BDP bu fırsatı kullanabilecek mi? Hâlâ bu konumda duruyor mu, sorusuna cevap aramada. İki sorunun cevabı da maalesef 'belki'. BDP seçimlerden sonraki zaman diliminde iyi sinyaller vermedi. Siyasetin çözüm üretme mercii olduğu gerçeğini ıskalayan işler yaptı. 12 Eylül referandumunda başladığı boykot, alışkanlığa dönüştü. Önce Köşk'e çıkmadılar. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le randevularının bulunduğu gün 'küstüm oynamıyorum' tavrıyla Diyarbakır'a gittiler. Meclis'e gelip yemin etmeyerek, yeni Parlamento'yu kuran milli iradeye ve kendilerine oy verenlere saygıda kusur ettiler. Ders yapılmayan günlerde okulu kıranlar gibi Parlamento tatildeyken boykot uyguladılar. Tavırlarını tatminkâr biçimde izah edemeyince sürecin kaybedeni haline geldiler. BDP bu protestoyu niye gerçekleştirdi ve amaçlarına ulaşabildi mi, suallerinin cevabı çok iyimser değil.

BDP'li vekiller çok da içlerine sinmeyen işlere zorlanıyor. Böylece hem burunları sürtülüyor, hem de herkese gerçek patronun kim olduğu gösteriliyor. 'Biz olmadan siz kocaman bir hiçsiniz' mesajı iyice zihinlerine kazınıyor. Bu tavır arkalarındaki iradenin, demokrasiye ve halkın tercihine bakış açısını da yansıtıyor. Parlamento başta olmak üzere demokratik zeminlerin çözüm üretici olması istenmiyor; hatta o ihtimalden korkuluyor. 'Silahın devri bitti' diyen Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı'nı ağzını yırttırmakla tehdit edip susturan mantığın, parlamenterlere kendi ayakları üstünde durma şansı tanıması düşünülemezdi. Öyle de oldu. Fakat kamuoyu baskısı ve ithal vekillerin 'niye seçildik o zaman' itirazları biraz mevzi kazanmalarını sağladı. KCK/PKK son güne kadar 'Meclis'e gitmeme' baskısını sürdürdü. Fakat kopma yaşanır da karizma çizilir endişesiyle kerhen 'peki' denildi. 13 Haziran sabahı yüz çevrilen fırsat, örselenmiş olsa da tekrar önlerine çıktı. PKK'nın artık muhipleri tarafından bile savunulmakta zorlanan eylemleri, sivil siyasetin önünü açabilir. İki ay öncesine kadar belli mahfillerde görmezden gelinen, hatta yer yer alkışlanan PKK, şimdi sorgulanıyor. Terörize ettiği ortamın demokrasiyi ve sivil anayasa arayışlarını vuracağını gören muhiplerin çoğu 'bu kadarı da fazla' noktasına çekildi. BDP'liler azıcık cesaret ve siyasetle kırılan onurlarını kurtarabilir ve Türkiye'nin demokratikleşmesinde pay sahibi haline gelebilirler. PKK dağda iken BDP'lilerin bunu yapması daha kolaydı, ama şimdi KCK kılığında şehre indi ve ovada siyaset yapmak zorlaştı. Eskiden devletin hukuk dışı unsurları izin vermezdi; şimdi PKK'nın gerilla kıyafetinin üstüne takım elbise çekmiş unsurları engelliyor. Silahlarını yanlarında getirmemiş olsalar, bazı liberaller gibi biz de iyimser olabilirdik. Ne yazık ki kravat, Keleş'i örtmeye yetmiyor.


b.korucu@zaman.com.tr 
http://twitter.com/blntkorucu 


 Kaynak: Zaman