Bayrama namazla başlıyoruz, çünkü bunca nimete, bunca ihsana şükretmezsek, şükrümüzü huzura çıkıp kıyam, rükû ve sücûd ile ifade etmezsek nankörlük etmiş oluruz.
Namazdan sonra evlerimize gidecek, her günde olandan farklı bir liste ile yemek yiyeceğiz. Rahmetine, lufuna, ihsanına iyi kullarını vasıta kılan Allah Teâlâ, Ramazan neşesinin belli bir ekonomik tabakaya mahsus olmasını istemediği için bize bir boç yüklüyor, en yakınımızdan başlamak üzere yoksul ve mahrum olanları bulup en azından bayram günü yeme içme ihtiyaçlarını -kendimizinkine denk ölçüde- karşılamak üzere fitre vermemizi istiyor. Ramazan'da vermemişsek mutlaka birinci gün vermemiz gerekiyor ki, bayram herkes için bayram olsun.
Sonra yemek yiyip bayramlaşıyoruz; artık gelmeler gitmeler başlıyor, hasretler kavuşuyor, dargınlar barışıyor, çocuklar cıvıldaşıyor… Bu neşe yerden manevî göklere, meleklerin dünyasına yansıyor, onlar da bizim bayramımıza iştirak ediyor, ilâhî rahmete çeşitli şekillerde taşıyıcılık yapıyorlar.
Peki şehit aileleri ne yapsınlar, nasıl bayram etsinler?
Asıl bayram onlara yakışıyor. Elbette ciğerparelerinin kaybı ciğerlerini yakmış, kalplerine kan oturmuş, gözlerinden akan yaşlar sel olmuştur; bunlar tabîî, kaçınılmaz, yine ilâhî rahmet eseri oluşlardır. Ama olayın bir de öteki yüzü var. Şehide inanan öncelikle İslam'a iman etmiş mümindir. İslam'ın kutsal kitabı "şehitlerin ölmediğini, Allah'a en yakın makamlarda ağırlandıklarını" söylüyor. İslam'ın Peygamberi (s.a.), "Şehidler öte dünyada öylesine ödüllendirilecekler ki, her biri, tekrar tekrar dünyaya dönüp defalarca şehid olmayı arzu edecekler" diyor.
Bizim imanımıza göre dünyada müslümanca yaşayanlar için ölüm ayrılık değil, vuslattır. Evet dünyadan, yakınlardan ayrılmak vardır ama ebedî, vatana ve orada yaşanacak emsalsiz manevi zevklere vuslat vardır.
Hasılı Müslümanlar vazifelerini yaparlarsa bayram, durumu nasıl olursa olsun herkes için bayramdır, bayram olmalıdır.
Bazı inançların aksine bizim dinimize göre insanlar dünyaya, Adem babaları ile Havva annelerinin günahını ödemek, bu sebeple kötülüklerle karşılaşmak, acı çekmek için gelmediler; dünyaya, Büyük Yaratıcı, Rahman, Rahîm, Vedûd, Ğaffâr, Rezzâk… olan Allah'a kul olmak, bu kulluğu gerçekleştirmek için geldiler. Kulluk bir yandan bilinen ibadetlerle, diğer yandan ise Allah'ın isimlerinin kullarda tecellîsi ve bu tecellînin "af, rahmet, ihsan, sevgi, yardım…" şeklinde öte-kilere yansıması ile gerçekleşmektedir. Allah'ın ve Resul'ün ahlakı ile ahlaklanmanın da manası bu olsa gerektir.
Gelin öyle bir bayram yapalım ki, ilâhî isim ve sıfatların bizdeki tecellîsi de bayrama yaraşır olsun!
Ve bayram yalnızca Müslümanlara değil, ötekilere de rahmet vesilesi olsun!
Kaynak: Yeni Şafak