Baykal takiyye (mi) yapıyor?

Cumhuriyet Halk Partisi, Laik Cumhuriyetin tehlikede olduğu düşüncesiyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Meclis’e girmeyeceklerini söyledi. Laik Cumhuriyeti tehlikenin eşiğine getiren, seçilmesine kesin gözüyle bakılan Hükümet üyelerinden Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı olmasıydı.

Peki gerçekten Laik Cumhuriyete yönelik bir tehlike sözkonusu mu? Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı makamına oturması, Cumhuriyete yönelik bir tehdit unsuru olabilir mi? Ya da Türkiye Cumhuriyetinde Başbakanlık yapmış,Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslar arası arenada Dışişleri Bakanı olarak temsil etmiş bir devlet adamının Cumhurbaşkanı olması nasıl bir tehlike oluşturabilir? CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, bu süreçte Laik Cumhuriyetin tehlikede olduğunu söylerken ne demek istiyor? Meclis tarafından seçilecek bir Cumhurbaşkanının devlet için tehlike unsuru olacağı iddiasında bulunmak, millet iradesinin devlet için tehlike oluşturduğunu açıkça dile getirmek değil midir? Eğer Deniz Baykal’ın bu sanrısı doğruysa, Sayın Baykal, Laik Cumhuriyeti bu tehlikeden CHP milletvekillerinin Meclis’e girmesini engelleyerek mi kurtarmak istiyor?

Elbette hayır. Ne Deniz Baykal’ın dilendirmeye çalıştığı gibi laik Cumhuriyet tehlike altındadır ne de CHP milletvekilleri Meclis’e girmeyerek bu tehlikeyi savuşturma çabası içerisindeler.

Ortada bir tehlikeden söz edilecekse, bu ancak, İttihat ve Terakki geleneğinin temsilciliğini yapan zihniyetin devlet erki ve toplum üzerindeki otoritesinin sarsılması olabilir. Daha önce, aynı gerekçelerle üstelik sistemin tıkanması pahasına halkın iradesini protesto eden CHP, ana muhalefet partisi olarak seçimlere girdiği ve seçimlerden oy kaybıyla çıktığı halde, bugün halka rağmen siyaset yapma anlayışını dillendirmekten uzak durmuyorsa, buradan toplumsal bir menfaati aradığı sonucunu çıkarmak safdillik olur.

Daha açık ifade edelim: Halkın yarısına yakın bir kısmının Cumhurbaşkanlığını arzuladığı bir devlet adamının, Meclis tarafından, Anayasal süreç işletilerek Cumhurbaşkanlığı makamına getirilmesi olayını, Laik Cumhuriyet’in tehlikeye atılması şeklinde ifade etmek, kendilerine devletin sahipliği misyonunu biçmiş elit bürokrasinin, bu misyonunu kaybetme tehlikesi içerisinde olduğunu gösterir. Bu misyon sahiplerine yönelik tehlikenin bertaraf edilebilmesi için, her müdahaleyi meşru görmek gibi bir anlayışı da aynı cümleden okumak mümkün. Laik Cumhuriyetin tehlikede olduğu söyleminde bulunan Deniz Baykal, bu ifadeleri kullanmakla bir yandan siyasi yetmezliğini bir yandan da parti olarak kendi acziyetini ortaya koymuş oluyor. Belki de satır aralarında şunu söylüyor Sayın Baykal:

Ey siyaset dışı güçler! Biz, İttihat ve Terakki Cemiyetinin, Cumhuriyet Türkiyesinde onlarca sene tek parti hakimiyeti tesis etmiş halefleri olarak, derin bürokratik çevrelerin, Devlet-i Aliyye’nin ahirinden itibaren sahip olduğu kadim nüfuzu siyaseten muhafaza edemedik. Üzgünüz. İradesine ipotek koyduğumuz halk, bu ipoteği kaldırmağa başladı. Halk iradesine sahip çıkınca, bu, bizim irademizin muharrik güç olmaktan çıkmasını sağladı. Nüfuz ve irademizin yıprandığı bir dönemde, elbette bunların elimizden çıktığını söyleyemeyeceğiz. Ama bir serzenişte bulunmak da hakkımız. Biz de, adet olduğu veçhile, ‘Laik Cumhuriyetin tehlike altında olduğu’ ifadesini kullanıyoruz. Bunu da herkes, hanemizin tehlike altında olduğu şekliyle anlar. Önemli olan da budur zaten.

Oysa Anayasal süreç çerçevesinde şekillenen özellikle muhafazakâr oluşumlar, Türkiye Devleti için tehdit unsuru olmazlar. Çünkü birilerinin tahmin ettiğinin aksine, onların genel itibariyle bu tarz hedefleri yoktur. Gerçek budur. Ancak, bu gerçeği tam manasıyla fark etmeyen ya da görmezlikten ‘kifayetsiz muhterisler’, birazda çıngar çıkarabilmek için, sistemin kurallarıyla belli noktalara gelenleri potansiyel tehlike olarak lanse etmeye çalışırlar. Bugün de yapılan bunun dışında bir şey değildir.
Sosyal Demokrasinin temsilcisi olduğu iddiasında bulunan CHP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Meclise girmeme gerekçesine, siyaset felsefesi yönüyle baktığımızda önemli bir anlayış türünün devam ettirilmekte olduğunu da görebiliriz: Halk, devlet içindir. Devlet, derin bürokratik çevrelerin şekillendirdiği şekliyle korunmalıdır. Hatta, gerekirse, halktan bile. Yani tam bir muhafazakârlık.

Ama ben yine de Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde, ev sahibi gibi mi, misafir gibi mi yoksa başka alternatif bir şekilde mi davranış sergileyeceğini merak ediyorum.