Batının günahları Rusya'nın üzerine bırakılmaya çalışılıyor

Suriye'de yaşanan gelişmeler Ortadoğu'da büyük bir savaşın başlayabileceğinin işareti olarak yorumlanmalıdır. Dolayısıyla Suriye'de iç savaş çıkabileceğine dair iddiaların gündemden çıkarılması gerekir. BM gözlemcilerinin bölgeye gelmesi ise önceden de beklendiği gibi sonuç vermedi. Diğer yandan, dünya kamuoyu el-Hule'de 100 sivil vatandaşın öldürülmesine sert tepki gösterdi. Katliamda öldürülenlerin yüzde 30'unu çocuklar oluşturuyordu. Suriye iktidarı ve isyancılar ise olay hakkında karşılıklı olarak birbirlerini suçladı.

Savaş hazırlığı

Oysa ki kimse gerçeklerle ilgilenmiyor. Batı ülkeleri önyargıları ile hareket ediyor. Suriye'de yaşanan gelişmelerin tamamında Esad askerleri suçlu bulunurken, isyancılar masum olarak gösteriliyor. Aynı görüş Türkiye, Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan ve Katar tarafından da savunuluyor. Ayrıca bu ülkeler açık bir şekilde isyancılara silah desteğinde bulunuyor. Bu durumda Esad karşıtlarının silah bırakmayı düşünmemesi doğaldır. Tersine savaş alanını daha da genişletmeye çalışıyorlar.

Nitekim BM gözlemci grubunun başkanı Norveç'li general Robert Mood, savaşın hâlâ devam etmesinin en önemli nedenlerinden birinin yurt dışından silah getirilmesi olduğunu söyledi. Ancak bu açıklamaların Suriye'de yaşanan gelişmeleri etkileyebileceği düşünülemez. Açık sözlü generalin görevden alınması daha muhtemel görünüyor.

ABD Rusya'yı Esad iktidarına silah vermekle suçluyor. Uluslararası hukuk açısından ise Suriye'ye silah satışı konusunda Rusya'nın önünde engel bulunmuyor. Zira Rusya Suriye aleyhinde yaptırım kararı çıkarmış değil. Arap ülkeleri ve Türkiye'nin tutumu ise uluslararası hukuk normlarına aykırıdır. Ancak bu husus kimsenin dikkatini çekmiyor. Rusya'nın Suriye'ye hava ve kıyı savunma sistemi vermesi de, isyancılar aleyhinde kullanılması söz konusu olmadığından, önemsenmemelidir. Fakat Araplar ve Türkler Suriyeli isyancılara iç savaşı şiddetlendirebilecek hafif silahlarla zırhlı araçlara karşı kullanılabilecek silahlar vermektedir.

Esad karşıtlarının "El-Kaide"nin desteğini alması Batı'nın tutumunu değiştirmiyor. Böylece isyancılar içerisinde radikal İslami güçler giderek daha fazla güç kazanıyor. İslamcılar, sayıları fazla olmayan Batı yanlısı liberalleri kısa sürede saf dışı bırakmayı başardı. ABD ve Avrupalı bağımsız uzmanlar hükümetlerinin dikkatini bu konuya çekiyor. Batı ülkelerinin Suriye konusundaki tutumunun değişmeyeceği tecrübe ile sabit bir gerçekliktir. Batı demokrasileri güya "halkın yanında" yer alacak, ama isyancıların yasa dışı çeteler gibi faaliyette bulunması görmezden gelinecek. İsyancı liderler ile demokrasi düşüncesi arasında hiçbir bağ bulunmuyor. Dolayısıyla isyancıların iktidara gelmesi Batı ülkeleri açısından büyük sorunlar doğuracaktır.

İdeolojik tercih

Batı ülkelerinin tutumu ancak ideolojik pozisyonları ile izah edilebilir. Suriye'de bulunmayan petrol kaynakları savaşa neden olamaz. Arap baharının tamamını "teşvik ve organize eden" Arap monarşileri ise Hilafetin tekrar kurulmasına çalışıyor. Onlar Batı ülkelerini "faydalı beyinsizler" olarak kullanmaktadır. Bu ibare Lenin tarafından kullanılmaktaydı ve burada belirtilmesinin faydalı olacağını düşündük.

Rusya'nın Suriye'deki ekonomik çıkarları da büyütülmemelidir. Bu ülkeye yapmış olduğumuz ihracat ve silah satışları bunu kanıtlar niteliktedir. Rusya'nın silah sattığı ülkeler içerisinde Suriye 5. veya 6. sırada yer alıyor. Dolayısıyla da bu ülkenin kaybedilmesi Rus askeri sanayisi açısından büyük bir öneme sahip değildir. Suriye'nin Tartus bölgesinde konuşlandırılan askeri üs ise sembolik anlam ifade ediyor. Sayısı fazla olmayan Rus gemileri bir yıl içerisinde sadece 1-2 kez su ve yakıt ikmali yapıyor. Bu yüzden Tartus üssü klasik manada askeri deniz üssü olarak kabul edilemez. Akdenizde bulunan La-Valette ve Tulov üsleri de benzer konuma sahiptir.

Askeri açıdan Tartus'un kaybedilmesi bizim için bir mana ifade etmiyor. Çünkü Batı ülkelerinin olduğu gibi Rusya'nın da bölgede stratejik çıkarları bulunuyor. Bu çıkarlar Rus yönetimi tarafından açık bir şekilde gündeme taşınmaktadır. Kremlin, hem yurt dışı hem de yurt içi kaynaklı güç kullanarak yönetimin değiştirilmesine karşı çıkıyor. Bu tutum insanseverlikle açıklanamaz. Daha ziyade kendini koruma duygusu ile izah edilebilir. Bundan başka Moskova yetkilileri Arap dünyasındaki tek müttefikini kaybetmek istemiyor. Şunun da itiraf edilmesi gerekiyor ki bu müttefik bize hiçbir yarar sağlamadı ve bundan sonra da yarar sağlayacağı düşünülemez. Esad bizim çıkarlarımız için hiçbir harekette bulunmaz. Rusya şu anda Esad'ı kurtarmayı başarsa da bu durum değişmeyecektir. Aksine Esad böyle bir şans kazanması durumunda Batı ülkelerini Rusya'ya hemen tercih edecektir. Bir zamanlar Miloşeviç ve Kaddafi da Batıyı tercih etmiş ve bu "tercihleri" dolayısıyla da hak ettikleri şekilde cezalandırılmıştı.

Saldırı erteleniyor

Dünya sadece bir konu ile ilgileniyor: Batı ülkeleri, Türkiye ve Arap monarşileri Suriye'ye ne zaman askeri saldırı düzenleyecek? Şu ana kadar bu saldırının gerçekleşmemiş olmasını askeri-siyasi açıdan izah etmenin zorluğunu belirtmede fayda var. BM Güvenlik Konseyi'nde Rusya ve Çin'in vetosunun saldırıyı engellediğini kimse aklına getirmiyor. 1999 Yugoslavya saldırısı sırasında NATO güçleri Güvenlik Konseyi'nin ortak kararını beklemedi. 2003 yılında ABD'nin Irak'ı işgali sırasında da benzer gelişmeler yaşandı. 2008 Gürcistan saldırısı sırasında da Rusya BM kararına ihtiyaç duymadı. Gürcistan ile savaş sonrasında ise Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlıkları tanınmıştı. Gerçek güce sahip ülkeler BM kararına ihtiyaç duymuyorlar. Bilakis BM olayların yaşanmasından sonra kılıf bulmada kullanılıyor.

Çatışmaların altı aydan fazladır sürmesine rağmen Suriye konusunda bu gelişmeler yaşanmadı. Bu durum sadece bir açıdan izah edilebilir: Suriye askeri gücü saldırıyı erteliyor. Suriye ordusu asker ve zırhlı araç sayısı bakımından – en azından kara kuvvetleri ve hava kuvvetleri – sadece Ortadoğu'nun değil dünyanın en büyük orduları içerisinde yer alıyor. Suriye'nin askeri teknolojisinin önemli bir kısmının eski olmasına rağmen bu teknoloji savaşta kullanılabilir durumda. Bunun yanı sıra Suriye askerleri diğer Arap ülkeleri ile kıyaslandığında manevi ve psikolojik açıdan savaşa daha hazır durumdalar. Askeri güç açısından Suriye ordusunun eski Libya ordusundan çok daha güçlü olduğu söylenebilir.

Libya Silahlı Kuvvetleri isyanın başlamasından hemen sonra bölünmüştü. Suriye'de ise bu yaşanmadı. Bazı askerlerin Esad tarafını terk ettiğine dair iddialar bulunsa da askeri birliklerin toplu şekilde isyancıların safına katıldığına dair kanıt bulunmuyor. Ordu Esad'ın tarafında yer almaya devam ediyor ve doğal olarak yabancı işgaline karşı sonuna kadar direnecektir. Son günlerde Rusya'nın Suriye'ye 3RK "Buk-M2", 3RPK "Pançir-S1" VE PKRK "Bastion" hava savunma sistemleri satması da bunu gösteriyor. Eski savunma sistemlerinin de düşmana sorun çıkarabileceği unutulmamalıdır. 1999 yılında ABD'nin Yugoslavya'da  kaybettiği F-117A ve F-16S uçaklarının her ikisi eski S-125 sisteminin kullanılması sonucunda imha edilmişti.

Tüm bunlara karşılık, NATO ve Arap monarşilerinin toplam askeri gücünün çok daha fazla olduğuna dikkat edilmelidir. Ancak Avrupa ülkeleri ve Araplar yaşanabilecek muhtemel kayıplardan korkuyor. Bu kayıplar göz önünde tutulmadan Suriye saldırısı gerçekleştirilemez. Hem Avrupa hem de Araplar sadece başarının garanti olması durumunda savaşacaktır. Onlar kısa sürede fazla kan dökülmeden gelecek başarıyı istiyorlar. Muhtemel savaş sırasında ortaya çıkacak kayıplar barış zamanı yaşanan kayıplardan fazla olmamalı. Savaş uçakları sıcak çatışma yaşanmadan da kaybedilebilir. Askerler de çeşitli kazalar nedeniyle hayatlarını kaybedebilir. Bir iki uçak ve onlarca askeri kayıp göze alınabilir.

Suriye'de bu planların gerçekleşmesi imkansız görünüyor. Muhtemel savaşta çok daha fazla kayıp verileceği öngörülebilir. Avrupalılar buna ilaveten ekonomik krizle de uğraşıyor. Fazla kanın akmadığı, güvenli ve geniş çaplı askeri operasyonlara neden olmayan Libya savaşı bile Batılı ülkelerin askeri bütçelerini önemli ölçüde etkiledi. Uçakların yakıt ihtiyacı ve yüksek maliyetli askeri malzemeler Avrupa ülkelerini zor durumda bıraktı. Suriye saldırısının gerçekleşmesi durumunda ise askeri harcamalar çok daha fazla olacak. Bu ise Avrupa ordularının gerçek bir çöküşü ile sonuçlanabilir. Doğal olarak hiçbir ülke bunu istemiyor. Libya'da olduğu gibi sadece hava operasyonu fayda sağlamayacak ve kara operasyonunun da yapılması gerekecektir. Dolayısıyla Avrupa ülkelerinin böyle bir savaşa katılması düşünülemez.

Araplar Araplarla savaşmak istemiyor

Basra Körfezi'nin altı monarşisinin askeri teknoloji kapasitesi Suriye ordusundan geri kalmıyor. Sahip oldukları askeri teknolojinin kalitesi ise Suriye'den çok daha üst düzeyde. Fakat 1990-1991 yılları arasında yaşanan savaş tecrübesi Körfez ordularının savaş yeteneğinin alt düzeyde olduğunu gösterdi. Şu anki Suriye ordusu ile benzer güce sahip Irak ordusu ile karşılaşmaları Körfez ülkelerinin başarısızlığı ile sonuçlandı. Körfez ülkeleri o dönemde de yeterince modern silahlara sahiptiler. Körfez ülkelerinin askerleri, ABD ordusunun kendilerine destek vermeye başlamasından sonra özgüven kazandı. Şu anda bu konuda herhangi bir değişiklik olduğuna dair kanıt bulunmuyor. Bağımsız bir şekilde karar veren Araplar diğer Araplarla savaşmayı istemeyecektir.

ABD ordusu da sıcak çatışma gücünü kaybetmiş durumda. Nitekim Libya savaşı da bunu kanıtladı. Hatırlanacağı üzere savaşın başlamasından bir hafta sonra ABD savaştan çekilmişti. ABD'nin, seçimlere altı aydan daha kısa bir süre kala kansız ve hızlı bir başarının düşünülemeyeceği böyle bir savaşa katılması öngörülemez. Bunun yanı sıra ABD bütçe sorunu ile de karşı karşıya.

Muhtemel savaş durumunda en büyük kayıpları ise Türkiye verecektir. Fakat NATO üyesi diğer ülkeler Türkiye'ye teknoloji ve askeri malzeme desteği sağlayabilir. Bunun yanı sıra Suriye'nin muhtemel bir hava ve deniz saldırısına karşı da destek verilebilir.

Türkiye ve Suriye'nin askeri gücü toplamda ele alındığı zaman benzerlik arz ediyor. Karada Suriye, hava kuvvetlerinde Türkiye öne çıkıyor. Türkiye deniz kuvvetlerinde de daha güçlü. Ancak iki ülke arasındaki kara sınırlarının büyüklüğü göz önünde tutulduğu zaman bu durum önem arz etmiyor. Bunun yanı sıra Türkiye NATO ülkelerinin kullandığı insansız hava uçakları, ulaşım ve iletişim teknolojisi açısından da öne çıkıyor. Genel olarak bakıldığı zaman iki ülke arasındaki muhtemel savaşın hiçbir ülkenin kesin başarısı ile sonuçlanmayacağı ortaya çıkmaktadır. Ancak Türkiye'nin teknolojik ve askeri malzeme harcamalarının NATO tarafından anında karşılanacağı, Suriye'nin ise destekçisinin bulunmadığı düşünüldüğü zaman daha farklı bir sonuç ortaya çıkabilir. Moskova yönetimi sadece açıklamalarla yetinecektir. Gerçekte ise askeri destek sağlayamaz. Buna rağmen daha önce de belirtildiği gibi Türkiye büyük kayıp verecektir. Müttefiklerinin kayıp vermeyi düşünmediği bir ortamda Ankara yönetiminin buna hazır olduğu iddia edilemez. Bundan başka Türklerin savaş sonucunda gerçek siyasi çıkarlar kazanacağı da tahmin edilmiyor. Türkiye sadece Batı ülkeleri ve Araplara da hizmet etmiş olabilir. Bir konu daha göz önünde tutulmalıdır. Suriye savaşı müttefik güçlerin askeri kuvvetlerini önemli ölçüde zayıflatacağı için bu durumda önümüzdeki birkaç yıl içerisinde İran'a karşı saldırı düzenlemek imkansız olacaktır. Böylece ABD'nin de savaş gücü bitmiş olacaktır. İran'ın kendisinin tek Arap müttefikinin yanında savaşması durumunda ise sonuç önceden tahmin edilemez.

Bütün bunlar göz önünde tutulduğu zaman Suriye'ye karşı askeri saldırı düzenlenme ihtimalinin azaldığını görürüz. Şu anki NATO yönetimi açısından imaj kaybı, insan ve teknoloji kaybına tercih edilmektedir. Bu durumda Rusya ve Çin'in karşı çıkması bahane olarak kullanılabilir. Suriyeli isyancılara silah desteği verilmeye devam edilecek ve Suriye'de Libya senaryosunun tekrarlanmasına çalışılacak.

Dünya Bülteni için Nevazisimaya Gazeta'dan İbrahim Ali tarafından tercüme edilmiştir.