Batılılar hakikaten İslami yönelişleri anladılar mı?
Batılı düşünürler, 11 Eylül saldırıları üzerinden altı yıl geçtikten sonra İslami hareketlerin ya da kendilerinin deyişiyle "Siyasal İslam'ın" İslami toplumlarda değişmez köşe taşlarından biri olduğunu, özel ve genel özgürlükler üzerinde birçok baskının kalkması halinde karar mekanizmalarının ve iktidarın İslamcıların eline geçeceğini bilmiyorlar mı?
Gerçek şu ki bu durum bizce çok normaldir. Zira batıda Fas'tan, doğuda güney Asya'ya kadar uzanan bu coğrafyada yaşayan herkes yönetilenlerle yöneticiler arasında çok büyük bir fark olduğunu idrak edecektir. Tabi bir elin parmaklarını geçmeyen hiç abartmıyoruz birkaç istisnayı saymazsak. Mesela Türkiye'de son zamanlarda İslamcıların ezici zaferi buna en güzel örnektir. Bırakın açık olalım: Batılılardaki problem şu: onları açıkça tesir edecek etkili bir doğu-İslami basın bulunmamaktadır. Çünkü bunlar –en azından geneli- bilgilerini taraflı kaynaklardan elde ediyorlar. Siyonistleşmiş İmparatorluk (Robert Murdoch) dünyada giderek daha çok sayıda gazetenin manşetini kontrol edebilmektedir. Sidney'deki The Avustralian gazetesinden İngiliz Times'a, ABD'deki Wall Street Journal gazetesine kadar birçok gazete bu imparatorluğun denetimdedir. Bu adam son yıllarda İslam dünyasındaki gazetelere el atmaya başladı. Şu örneği verirsek herhalde konuyu daha fazla aydınlatmış oluruz. Genelde Arap ve İslam sorunlarına verdiği destekle tanınan Fransız Libertion gazetesi, ülkedeki sağ kurumlar tarafından yürütülen şiddetli rekabete daha fazla dayanamayarak hisselerini satmaya karar verdi. Edward De Rochild adında bir milyarder hisselerin çoğunluğunu satın aldı. Bu arada şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Müslümanlar ne parasal olarak ne de bilgi olarak bir eksiklik içerisinde değiller. Hisseleri satın alan kişi Avrupa'daki en köklü ve en ünlü Yahudi ailelerden birisine mensuptur. Kısaca şunu söyleyebiliriz: Biz Müslümanlar olarak medeni ve kültürel faaliyetlerin azlığından çekiyoruz. Elimizdeki imkânları, sınırlı imkânları bile kullanarak yapabileceklerimizi anladığımız takdirde günümüzde doğru olarak kabul edilen birçok şeyin göstereceğimiz az bir çabayla değişeceğini görebileceğiz.
Bununla birlikte önemli bir kısım batılı düşünür ciddi araştırmaya özen gösteriyor. Londra'da yayınlanan The Guardian gazetesinde 21/9 Cuma günü yayımlanan (1) nolu makale İslam ülkeleri gerçeğine karşı batıda fikri bir uyanışın başladığının ve bu tarihten önceki yorumların yanlışlığının yeni bir kanıtıdır. Bilhassa dünya genelinde örneğin ABD'de neo-con tarzı siyonistleşmiş düşünce öncülerinin ve platformlarının yayınlamak için birbirleriyle yarıştığı yorumların yanlışlığı hemen farkedilecektir.
Makalenin sahibi olan William Dalrymple üstünkörü izlenimlerle yazı yazmayan akademisyen bir adamdır. Başka bir deyişle onu bu makaleyi yazmaya teşvik eden son derece dakik izlenimler ve sağlam bilimsel bir gözleme dayanan çıkarımlardır. O her şeyden önce tarih hareketin boyutlarına, medeniyetlerin parlaklığına ve gerilemesine dayanan insani gelişime, "hassas bilimsel" niteliğini sağlayacak uluslararası normlara uygun çalışan bir bilim adamıdır.
Bu araştırmacı Eylül 2001 saldırılarından hemen sonra Amerikalı Neo-conların siyasetlerini dayandırdığı düşüncenin yanlışlığından hareketle bu insanların Ortadoğu'ya oradan tüm İslam dünyasına demokrasiyi "dayatarak " küresel savaşlarının en önemli şıkkı olan ideolojik mücadelelerini kazanacaklarını düşünüyorlar. Ancak yazara göre İslami partilerin bomba yoluyla değil de seçim sandığı sonucu iktidara geleceklerini göstermeleri onlar için sürpriz oldu. ABD'nin önce Afganistan'ı sonra da Irak'ı işgal etmesine gösterilen İslami tepki "mutlu amerikan yüzyılı projesinin" mimarlarının çizdiği tepkinin tam tersiydi. Yazar buna örnek olarak, Lübnan, İran, Irak, Filistin, Pakistan, Mısır, Türkiye ve Cezayir'deki gelişmeleri kanıt olarak gösteriyor. Çünkü söz konusu ülkelerde seçmenler İslami partiler lehine oy kullandılar. Amerika'nın demokrasiyi öne çıkarmasının aksine siyasi İslam lehine daha önce görülmemiş şekilde yükselen bir grafik ortaya çıktı...
Batı basınının oynadığı rol ne verimli ne de yapıcı bir roldür. Hatta bu son gazete bile. Profesör Dalrymple'ye göre "terör örgütleri", cihatçılar ve intihar eylemleri taraftarları üzerinde duruyordu. Batı gazeteleri meydana gelen bu olayları faşist hareketlerle ve onların eylem biçimleriyle kıyaslamaktadır. Böylece bazı örgütlerin gerçekleştirdikleri eylemlerdeki vahşeti tanımlamak için "İslami faşizm" diye bir kavram ortaya attılar. Ancak araştırmacıya göre en doğru tutum şudur: İslamcılarla faşistler arasında askeri imkânlarına ve güç orantısına bakarak bir karşılaştırma imkânı bulunmamaktadır. Üstelik bu durum neo-conların "ikinci dünya savaşına girdikleri" şeklinde son derece gülünç bir hata işlemelerine ve bunu izleyen terör olaylarına neden oldu. Washington teorisyenlerin hayal gücünün çizdiği hayali gerekçeler peşinde sürüklenen İngiltere, İslam Dünyasında gerekçesiz ve illegal bulunması sonucu birçok tehlikeyle karşı karşıya kaldı. Makaleye göre kesinlikle İngiltere, birçok masum insanın öleceği birçok saldırı eylemine maruz kalacaktır. Dalrymple devamla şöyle diyor: "Bu demek değildir biz işgale maruz kalıyoruz. Müslüman göçmenler 2020 yılına kadar yaşlı kıtanın nüfusunun onda birini oluşturacak diyen Mark Stein gibi Kuzey Amerikalı yorumcuların boş yere hayal ettikleri gibi Avrupa Müslüman göçmenlerce demografik olarak işgal edilecek manasına da gelmiyor."
Bu araştırmacının da belirttiği gibi bu alışık olunan ya da mümkün olan bir durum değildir. Yazara göre bu şekilde düşünmek şu sorunları anlamakta bize yardımcı oluyor: ABD'nin, büyük bir Müslüman kesimi radikal tepkilere yönelten akıldışı ve zalim Ortadoğu siyasetini şu şekilde de özetleyebiliriz: Ortadoğu ellili yıllarda yaşadığı huzur ve sükûnet ortamı ABD sayesinde bozuldu. Yazar bu duruma örnek olarak bölgenin en büyük nüfusuna sahip Mısır örneğini veriyor: Bu ülkede 2005 yılından yapılan parlamento seçimlerinde Müslüman Kardeşler 444 sandalyeli Mısır Halk meclisinde daha önce elde ettikleri 17 sandalyeyi 88 sandalyeye çıkardı. Başka bir deyişle Müslüman Kardeşler 5 sene önceki seçimlere göre oylarını beş kat artırdılar. Uzun yıllar süren şiddet olaylarından sonra, siyasi bir temsili olmayan Müslüman Kardeşler günümüzün ana muhalefetini temsil eder hale geldi.
Sonra Mısır bu konuda yalnız değildir. Araştırmacıya göre Amerikalılar Afganistan'ı işgal ettikten sonra Pakistan'da da muhafazakâr İslami partiler oy oranlarını artırmayı başardı. Ancak bundan daha önemlisi İslamcılar Afganistan sınırına yakın Beluçistan ve Veziristan gibi illerde en yüksek oy oranlarına eriştiler. Sonra şimdiki beklentilere göre İslamcılar General Pervez Müşerref'in yaşadığı bu kritik siyasi durum nedeniyle eskisinden daha iyi sonuçlar almaya doğru gidiyorlar.
Dalrymple'ye göre 2004 yılında demokrasinin yaymanın dış siyasetinde lokomotif görevi göreceğini ilan eden Bush Yönetimi bu hedefinde ne kadar başarısız olduğunun farkına vardı. Daha da vahimi korktuğu şey başına geldi:Çürümüş iktidarların daha da yalnız kalmalarını sağladı.Halklar,Washington tarafından her yönüyle desteklenen laik elite yöneleceğine İslamcıların arkasında saf tuttu.Çünkü bu halklara göre Amerika'nın saldırgan müdahalesi karşısında açık bir şekilde duran ve doğru tarafı temsil eden İslamcılardı.
Kaldı ki İslamcılar, bu tarihçiye göre Amerika'nın Ortadoğu'ya dönük politikalarına karşı açık bir şekilde muhalefet ettikleri için en iyi seçim sonuçlarını alıp iktidara geldiler. Dini ideolojilere dayanarak değil. Sonra İslami kamuoyu Müşerref, Mübarek ve Mahmud Abbas örneğinde olduğu gibi bunların Amerika'ya karşı muhalefet edemediklerini açıkça gördü. Yazara göre İslamcılar Amerikan politikaları sonucu Irak'ta ve Afganistan'da hayatlarını kaybeden kurbanlar nedeniyle bölgede kopan öfke selinden faydalandılar. Sonra şunu ekliyor: İsrail'i silah deposu haline getiren Amerika'nın izlediği çifte standart siyaseti, Filistin topraklarının işgal edilmesini görmezlikten gelmesi, Ebu Gureyp hapishanesinden çıkan görüntüler ve Merkezi haber alma teşkilatı CIA'nın emrindeki şebekenin dünyada binlerce Müslümanı tutuklaması, onlara işkenceler etmesi ve Bush ve Washington yönetiminin "İslamofobi" ile ilgili tonla beyanatın akmaya devam etmesi…
Yazara göre İslami partilerin gerçek güç potansiyeli yoksul kesime çok yakın olmasından kaynaklanıyor. Yoksul kesime göre bu partiler eşitlik ve zenginliklerin adil bir şekilde dağıtılmasını temsil ediyorlar. Yazar örnek olarak 2006 Filistin seçimlerinde seçmenlerin el Fetih'in yolsuzluklarına karşı ezici oranda Hamas lehine oy kullanmasını gösteriyor. Lübnan'daki Hizbullah örneğini veriyor. Yazara göre Hizbullah'ın güç potansiyeli partinin şeriatı tatbik yönünde seslendirdiği sloganlarda değil; "bir yandan İsrail'le savaşırken diğer yandan Lübnanlılara tıbbi ve sosyal yardımlarda bulunuyorlar. Hamas'ın Gazze şerinde yaptığı gibi."
Bu olanlardan sonra Amerika'nın demokrasiye verdiği desteğin azalması doğaldır. Çünkü ABD "yanlış" tarafların kazanmasına çalışıyor. Durum sadece Filistin'de Hamas'la sınırlı değildir. Müslüman Kardeşlerin yükselişe geçmesinden sonra ABD Hüsnü Mübarek'e Mısır'da daha fazla demokratikleşme için baskı yapmaya başladı. Bu dengeli ve bilimsel tahlilden sonra tarihçi William Dalrymple şu sonuca varıyor: Washington'daki neocon seçkinlerle hemfikir olmaya devam etmek mantıksız bir şey. Birlikte yaşamak ve insani diyalog kurmak için sürekli yeni kanallar açmak gerekir. Buna en güzel örnek Mısır'da bu bağlamda meydana gelen olumlu gelişmeler. Müslüman Kardeşlerle Hıristiyan Kıptiler arasında oluşan yakınlaşma. Çünkü iki taraftan hiç biri göç ederek toprağını bırakıp gitmez. İki taraf ta sui zan ve kötülük beklemek gibi duyguları yok etmek için diyaloğa bağlı kalmaktadır. Yazarın son olarak vardığı sonuç şu: Batının İslam Dünyası gerçeğini, olgusunu ve bölgenin problemlerinin özünü anlamaya çalışması gerekir ki şu sonuca varalım: Diyalog kurabileceğimiz insanları bulalım, Amerika'nın ve İngiltere'nin başarısız siyasetlerinin bölgede neden olduğu zararları birlikte giderelim.
Makalenin orijinali için tıklayın:
Makalede konu olan William Dalrymple'nin yazısı için tıklayın:
Bu makale Mehmet S. Direk tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.