Bataklık büyüyor…


21.yüzyılı, 21. yüzyılın dinamiklerini dilimizden hiç düşürmesek de "80'li, 90'lı yılların iklimi" zaman zaman semalarımızda tekrar beliriyor.

Suikastler, terör, askeri ve sivil muhtıralar, yolsuzluklar, AB'yle bağlantılandırılan "iç tehdit ideolojisi", "hükümet ettirilmeyen iktidarlar", "etik-siyaset-estetik"te alan daralmasıyla artan bir yüzeysellik...

Tüm bunlar dünden bugüne değişmeyen sorunlar olarak karşımızda.

Bu sorunlar "devlet, siyaset ve toplum alanlarında yaşanan krizler"in, "devlet-siyaset ve toplum arasındaki tıkanıklıklar"ın türevleri...

"Krizler"in, "değişmez"ler haline dönüşmesinin ifadeleri...

"Değişmez"ler, aslında "değişim"le ilişkilidir.

"Değişim dalgalarının" karşılıksız kalmasıyla doğar ve azarlar.

Bizde de öyle olmuştur ve Türkiye'nin kimi sorunları, zihniyeti açısından olduğu yerde sayıp durmasının ana nedeni de budur.

Ülkenin karşılaştığı büyük değişim dalgasının ilk emareleri 15 yıl önce ortaya çıkmıştı.

Bireyin kendisini tanımlamasında, toplumsal tasavvurlarda, kültürel hareketlerde, hatta ekonomik politikalarda; bireyin kimliğe uzanışıyla, "gelecek merkezli 20. yüzyıl"dan, "şimdiki zaman merkezli 21. yüzyıl"a geçişiyle ilgili bir dalgaydı bu.

Etnik, dinsel, kentsel, kültürel boyutların siyasileşmesine, sosyal taleplere dönüşmesine işaret ediyordu.

Bu furyada toplumun tabakaları değişti, çatışmalar kültürel alana kaydı, sermaye yapısı bile kültürel rengi olan farklı kollar üretti.

Tüm bu gelişmeler, her yerde olduğu gibi, "toplumun mutabakatlarının tazelenmesi"ni, "merkeziyetçi siyasi yapısının elden geçirilmesi"ni, yeni taleplerin yönlendirilerek, diğer taleplerle kesiştirilmesini gerektiriyordu.

Bu yapılmadı.

Tersine "değişime savaş açıldı"...

Ve Kürt sorununda olduğu gibi karşılıksız kalan değişim taleplerinin her biri zamanla kendi yaşam alanını diğerlerinin aleyhine genişletme çabasına girişti. Bunu yaparak "merkeziyetçi sistem"in cihazlarını zorladılar ve zaafa uğrattılar.

Gün be gün bu zaafiyetin bir yandan toplumsal kaosu ve kutuplaşmayı, diğer yandan otoriterleştirmeyi beslemesine tanık olduk.

Bu noktada hastalık kronikleşti.

Toplumsal kaos, devlete endeksli bir varoluş arayışıyla siyaset alanına sirayet etti. Siyasi çatışmalar devlet içindeki rant ve kontrol kavgasına dönüştü. Toplumsal tartışma ve kutuplaşma bu "saray içi kavga"dan beslenmeye başladı.

Bugün olup bitenin sadece niteliği farklı...

Bugün sembolik ve fiili şiddetin yaşam tarzı haline geldiği "toplumsal bataklık" içeriden de büyüyor.

Sistemin değişimle kavga etmesini ürettiği dil, sistem karşısında duranların da dili haline gelmeye başlıyor.

Hastalık bulaşıyor…

Toplumsal düzeydeki bu bulaşma sanmayın ki sadece değişime karşı duran kesimlerle ilgilidir…

Hastalık bugün değişim aktörü olarak ortaya çıkan siyasi, entelektüel, medyatik aktörlere sirayet ederek devam etmektedir.

Örnek pek çok…

Sistemin resmi tarihi karşısında, az bilgi, bol keyfilik üzerine oturan, özellikle gazete sayfalarında boy gösteren "resmi bir gayri resmi tarih" en az birincisi kadar nobran, dayatmacı, indirgemeci bir zihniyeti besleyerek ülkenin kutuplaşmasına, yüzeyselleşmesine katkıda bulunuyor…

Örnekler arasında beni en çok rahatsız eden, "ittihatçi bir liberalizm" ile son zamanlarda ortaya çıkan, yine gazete sayflarında filizlenen, kendisine demokrat adı veren yeni bir ittihatçılık türüdür…

Bu türün "güler güzlü bir ataerkil tavrı" yeniden üretmesidir…

Politik bir kibir, kural tanımazlık, usûlü hafifseme, maskeli makiavelist bir düşünce ve meslek faaliyeti, doğrunun kaynağı olma iddiasıdır…

Batalık büyüyor…

 

Kaynak: Yeni Şafak