Başörtüsünü sevmeyen elit...

 

Başörtüsünden kimler rahatsız oluyor, en çok kimleri ve hangi mekânlarda tedirgin ediyor başörtülüler?... Medyamızın bereketli yazı kaynağı, bu soru.

Laikçi elit başörtüsünü kamusal alanda istemiyor, bu apaçık.. Fakat şehit cenazelerini tamamlayan törenlerle bir istisna yapılmasına seslerinin çıktığı yok. Hatta iş başa düştüğünde klişe cümlelerle teselli ediyorlar, beyaz tülbentli hatta "türbanlı"  "anaları bacıları." Gelgelelim, "şehit" gencin vatanı için siper olmayı öğreten bir terbiyeden geçtiği toplumsal   yapının değerlerini tanımayı, o ruh iklimini anlamaya çalışmayı önemsemiyorlar bile...

 

Şehirlerin etrafında giderek genişleyen şehitlikler nedeniyle, başörtüsünün önden bağlandığı, uzun yıllar boyunca  kamusal alanda ancak alt hizmetliler bağlamında yer bulabilmiş "tavşankulağı" şeklindeki türüne rastlanabiliyor şimdilerde, daha bir yalıtılmış kamusal alan zeminlerinde dahi.

Başörtüsü köylülüğün, ezilmişliğin, alt hizmetli sınıfına mensup olmanın göstergesi olmamaya başladığı ölçüde rahatsızlık veriyor, laikçi elite. Sözde Avrupalılaşmayı sağlayacak sınıfsal yapıları birbirine karıştırdığı için özellikle....

İlber Ortaylı ne demişti? "Dini köylülere bıraktık!"

Başörtüsü konusundaki (olumsuz) hassasiyetin artık laikçi elitle sınırlı kalmadığı da bir vakıa.

Hangi siyasal görüşten olursa olsun, köylü kökenli kimi politikacılar açısından da başörtüsü, sınıfsal kökenine göndermede bulunduğu, bu kökenin sahnelerini sürekli canlandıran bir etkiye sahip olduğu  için belki de,  bir takıntıya dönüştü giderek.

 İslamcı kökene mensup, ya da artık kendilerini "yeni muhafazakar" olarak adlandıran siyasilerin de başörtülü öğrencilerin üniversitelere devam edebilmesi konusunda yerinde ve zamanında adımlar attığına emin olamıyoruz bir türlü.  Prof. Erbakan seçim kampanyaları sırasında sanırım, öğretim üyelerinin üniversite kapıları önünde başörtülü öğrencilere selam duracağını öne sürmüştü. Bu belki bir vaad, belki bir temenniydi. Fakat hayata geçmedi, geçemedi; tersine, başörtülülere yönelik yasakçı zihniyetin daha da tutucu bir çizgiye sevkinde kışkırtıcı bir etkiye yol açtı. Devlet Bahçeli, 'ürkeğe değil erkeğe oy verin" diyerek, meydanlarda başörtüsü üzerinden oy aradı ve seçimlerin ardından Ecevit'in koalisyon ortağı olarak iktidara gelmeyi de başardı. Fakat onun iktidar ortağı olduğu dönemde seçilmiş milletvekili Merve Kavakçı, Başbakan Ecevit tarafından, milletvekilliği konumunun onurunu hiçe sayan bir kabalıkla meclisten kovuldu. 

Cumhurbaşkanı Gül, henüz Dışişleri Bakanı olduğu bir dönemde kızı bir özel üniversiteden mezun olduğunda, mezuniyet törenine katıldı ve salonda bulunan kızına normal yollarla değil de, bulunduğu platformdan eğilerek diplomasını sundu. Oysa –o günlerde Nuray Mert'in de bir yazısında ifade ettiği gibi- başörtüsü nedeniyle salonlara alınamayan sayısız mezun öğrencinin koşulları üzerinden tasarlanması gerekirdi, bu sahnenin.

 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan elbette, İspanya gezisinde olduğu gibi -ve AK Parti'nin kapatılma gerekçesinde de yer bulan- "Başörtüsü siyasal simge de olabilir" şeklinde, mantıklı ve değerli açıklamalarda bulunuyor yeri geldiğinde. Yine de çoğunlukla başörtüsünü sırtında bir kambur gibi hissettiğini gösteren bir yorgun-karmaşık siyasal yapı sunuyor, AK Parti. Etkinliklerinde, basın toplantılarında başörtülü kadınlara rastlanamaz kolay kolay. Eşleri başörtülü olan siyasilerin onları medyadan gizleme telaşına düştükleri bile söylenebilir zaman zaman.

 Başörtüsüne serbesti talep eden medyanın önemli bir kısmı da başörtüsünü sevmiyor.  Hilal TV'de sürdürülen bir siyasal tartışma programının başarılı katılımcısı Alev Erkilet Hanım yeni dönemde programda yer almıyor mesela. Bunun mantıklı bir açıklaması vardır eminim.

Bana daha ibretli gelen örnek, Sümeyye'nin hikayesi. Şahsen tanışıyorduk, ama asıl adını bilmiyordum. Annesinin babasının kendisine verdiği ismi reddetmiş, bir Asr-ı Saadet iklimini çağrıştıran, ilk şehit müslüman kadına ait olan Sümeyye  adını seçmişti kendine. Rol yeteneğiyle dikkat çekiyordu. 80'li yılların ikinci yarısında, dindar kadınların, geniş kadın topluluklarına oynadığı, konusu Filistin, Afganistan olan ya da ülke içinde yaşanan trajikomik veya dramatik hadiseler üzerinden kaleme alınmış oyunlarda başrolde oynadı. Diksiyonu bir hayli düzgündü. Özel televizyonlar açıldığında, dindarlık vurgusuyla öne çıkan bir televizyonda spiker olarak çalışmaya başladı. Meslek hayatı çok kısa sürdü. Seyirciler tepki veriyordu çünkü. Sesi çok 'etkileyici', yüzü çok güzeldi. Sümeyye çok geçmeden veda etti spikerlik hayatına.

Uzun yıllar geçti. En az on yıl diyelim. Sümeyye eşinden ayrıldı. Kimbilir nasıl geçirdiği bir evlilik hayatının bitiminde, başını açtı. Sesi güzel, yüzü güzel olduğu için ayrılmaya mecbur kaldığı aynı televizyon kanalına, spikerlik mesleğine geri döndü. Başında örtü yoktu şimdi; bunun nedenlerini biz bilmiyoruz.. Seyirci de eski seyirci değildi ya artık... 28 Şubat, aklına ve hayatına vasi arayan zahirde kıt akıllı Fadime Şahin'lerin, "şeyhinin ayakkabılarını arabasının aynasına asacak kadar takva sahibi bir iş kadını olduğu" öne sürülen Emire Kalkancı'ların ekrandan ifşaatlarıyla başörtülü kızlara bakış açısında kökten bir değişime yol açmıştı.

 28 Şubat, dindar (hadi yeni-muhafazakar veya yeni-gelenekselci diyelim) kesimlere hitap eden gazetelerin vitrinlerinde de büyük değişimler gerçekleşmesinin miladı oldu. Bu gazeteler sayfalarındaki başörtülü resimleri seyrelttiler veya başörtülü çalışanlarını mutfağa tıktılar. Kariyerist müdürler, editörler, başörtülü kadınları  yine de "davaya hizmet adına"  geri planda durmaya çağırdılar. Eşleri başörtülü olan sayısız erkek yazara açık olan gazete köşelerinde başörtülü kadın yazarlara, hele bir de 'ciddi konularda yazıyor' olarak tanınıyorlarsa, yani apolitikleşen medyada ilgi görmeye başlayan, kadınlara ait sayılan gündelik konular etrafında gezindiği için sırf, "hafif" hatta "eğlenceli" sayılan bir üsluba sahip değillerlerse, yer vermekten kaçındılar. 

Kendini "muhafazakar" olarak isimlendiren bir medyanın "başörtüsüne özgürlük" çağrısının, başörtüsü yasaklarına yönelik olarak yaptığı yayınların içtenliğini nasıl değerlendirmek gerekiyor, peki... Kutsal amaçlara dönük derin ve hikmetli stratejiler midir izlenen...  Hemen şimdi, gözümüzün önünde yaşanan acılar, harcanmasına göz yumulan hayatlar dikkate alındığında, bu belirsiz geleceklere ve adreslere gönderilen "hikmetli"  stratejilere nasıl güvenilir, nasıl saygı duyulur ki...