Başörtüsü: Zorlama'nın ve İkna'nın sonu

 

Başörtüsü konusunda YÖK'ün İstanbul Üniversitesi'ne gönderdiği yazıyla, öğrencilerin kılık kıyafet gerekçesiyle dersten çıkarılamayacağını bildirmesi, yıllardan beri kronik hale gelmiş olan sorunun çözümüne giden yolları açmış oldu.

Halbuki ortada çözümlenmesi gereken bir sorun falan da yoktu;-vesayetçi bir ideolojinin maksatlı bir dayatması söz konusuydu: Nevzat Tandoğan'ın 'Bu memlekete komünizm lazımsa, onu da biz getiririz' buyurganlığının bir farklı versiyonuydu başörtüsü sorunu: 'Kimin nasıl giyinmesine biz karar veririz!..'Ama bu 'biz', biz değildik ki! Nevzat Tandoğan'ın 'Biz'i, bizim adımıza karar veren, bize devletin resmî ideolojik kimliğini dayatan vesayetçi bürokrasiydi elbet. O 'Biz' biz değildik. O 'Biz', bizi ötekileştirenlerdi: Onlar 'Biz'diler, biz ise 'Ötekiler'!Cumhuriyet'in ilk yıllarında vesayet, Althusser'in deyişiyle, 'Devletin Yaptırımcı Aygıtları' aracılığıyla ve zorlama (coercion) yoluyla işletildi ve elbette kimsenin gık'ı çıkmadı. Cumhuriyet'in resmî ideolojisinin inşası da, tahkim edilmesi de sivil ve asker bürokrasiye emanet edilmişti ve bu, yaptırımlarla sağlandı. Devletin Yaptırımcı Aygıtları'nın yanı sıra, 'Devletin İdeolojik Aygıtları' da devredeydiler: Halkevleri ve Halk Odaları! Cumhuriyet'in yirminci kuruluş yıllarını Anadolu'da yaşamış biri olarak, bir gözlemimi aktarayım: Halkevleri'nde ve evet, hattâ Halkodaları'nda bile, biz yoktuk Tandoğan'ın 'Biz'leri ve onların görevlileri vardı... Devletin İdeolojik Aygıtları'nın Kemalizm'in konsolide edilmesinde hemen hemen hiçbir işlevi olmadı.

Halkevleri etkinliklerini gene 'Biz'ler izledi; Halkevi dergilerini gene 'Biz'ler okudu! 'Biz'ler ideolojik propagandalarını bizlere değil, 'Biz'lere yaptılar. Kemalistler söyledi, Kemalistler dinledi...Kim ne derse desin, darbelere, ihtilallere rağmen, Türkiye'nin demokratikleşme sürecinde radikal bir geri dönüş olmadı. Geçici kopmalar, inkıtalar, evet, ama bir geri dönüş olmadı. Tuhaf ve manidâr bir gelişmeyle Türkiye'nin, her darbeden, demokrasinin kendisini daha da tahkim ederek çıktığı söylenebilir.

Söylenebilir, çünkü bu, Devletin Yaptırımcı Aygıtları'nın yanı sıra, yavaş yavaş, Devletin İdeolojik Aygıtları'nın öne çıkmasından bellidir. 'Atatürkçü Düşünce Derneği', 'Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği' gibi kuruluşların belirli bir kamuoyuna sahip oluşu, Devletin İdeolojik Aygıtları'nın 'sivil toplum' görüntüsü arkasında faaliyet göstermesinin ne kertede etkili olduğunu gösterir. [Merak eden okurlarım, bu 'Dernek'lerin 'Sivil Toplum' örgütü değil, 'Devletin İdeolojik Aygıtı' olduklarına ilişkin yazılarımı, 'Türkiye'nin Zihin Tarihi' adlı kitabımda bulabilirler.]Bir tarihte İstanbul Üniversitesi'nde kurulan 'İkna Odaları', adının da tastamam ele verdiği gibi, bir inandırma ve kandırma düzeneğidir. 'İkna' ('consent'), Devletin İdeolojik Aygıtları'nın işlevidir. Başörtüsü konusunda, Devletin Yaptırımcı Aygıtları'nın zorlama ('coercion') işlevi istenen sonucu vermeyince (başörtülü kızlar, haklarına sahip çıkmada ısrarlı olmuşlar; Devletin dayatmasına boyun eğmeyip, bu dayatmaya bir 'karşı-dayatma'yla çıkmak cesaretini göstermişlerdir çünkü!), bu defa Devletin İdeolojik Aygıtları'nın ikna (consent) işlevini kullanmak durumunda kalınmıştır.

Devletin İdeolojik Aygıtları'nı öne çıkarması, vesayetçi rejimin, istemeye istemeye de olsa, 'zorlama'nın yanı sıra, 'ikna' yöntemini kullanmak mecburiyetinde kaldığı anlamına gelir. Ama, zorlama (yaptırım) nasıl başarılı olamamışsa, ikna da başarılı olamamıştır... YÖK'ün son kararı, işte bu durumun göstergesidir...[İkna'nın, bizzat benim başımdan geçen örneğini, önümüzdeki hafta anlatacağım. Hazîn olduğu kadar da gülünç bir hikâyedir benimkisi!]

Kaynak: Zaman