İnsanın ağzında un varsa ıslık çalamaz, bu doğru.
Bazı insanlar da, iki işi bir arada yapamazlar.
Acaba başörtüsüne özgürlük işi de öyle mi?
Bir kesim ısrarla sesleniyor:
-Memleketin bir yığın sorunu varken, başörtüsüne odaklanmak niye?
Sonra sorunlar sıralanıyor:
İşsizlik sorunu, açlık sorunu, cari açık sorunu, AB ile ilişkiler, 301'inci maddenin değişmesi, Kürt sorunu, bilmem ne sorunu...
Bu söylem, daha çok TÜSİAD, TİSK gibi büyük iş adamları kuruluşları tarafından seslendiriliyor.
Evet, bu ülkenin oldukça büyük bir sorunlar bagajı var. Hepsi de çözüm için ilgi bekliyor.
O zaman ne yapmalı, başörtüsü sorununu hiç gündeme getirmemeli mi?
Sanırım bu soruya verilecek cevapta ilk akla gelen şey şu:
Şayet başörtüsü sorununu ele almadığımızda bu sorunları kolayca çözebileceksek ne ala...
Başörtülü kızlar, bir süre daha zulüm altında yaşarlar, memleket için... Açlar, yoksullar, işsizler için kendilerini feda ederler.
Ama ya, bu söylemle ortaya çıkanlar, sorunun çözülmesinden daha ziyade, başörtülü kızların zulümden kurtulmaması gibi bir hesabın içinde iseler...
Ya da, başörtüsü sorununu çözmenin, diğer sorunlarla uğraşmaya engel teşkil etmediği gibi bir gerçeklik apaçık ortada duruyorsa...
Bu söylemle ortaya çıkanlar, bir çözüm sıralaması sunsalar anlamak mümkün. Yani "İşsizlik şu takvimde, cari açık bu takvimde, yoksulluk şu takvimde çözülsün, şu takvimde de başörtüsünü çözelim!" dense oturur takvimde öncelikleri konuşursunuz.
Burada bir iyi niyet ararsınız.,
Böyle bir takvim yaklaşımı var mı?
Diyelim TÜSİAD'ın, "Başörtüsüne özgürlük" gibi bir gündemi olmuş mu? Başı örtülü diye eğitim hakları ellerinden alınan binlerce genç kızın, sosyal, insani dram boyutundan geçtik, hiç olmazsa ekonomiye nasıl bir kayıp getirdiğine dair bir raporu olmuş mu? Yoksa tüm bu genç kızlar ve aileleri, "sistem zayiatı" çerçevesinde kabule şayan mı bulunmuş?
Bir de şu;
Diyelim "İşsizlik sorunu çözülmeden başörtüsü sorunu çözülmesin" demek, "Biz aslında ayak sürüyoruz, yenim dar, yerim dar" oyunu oynuyoruz demenin TÜSİAD'çası olur.
Ve bir de şu:
Bir insan hakkı ihlalini ertelemek hangi insani duyarlılıkla bağdaşır?
Yalın gerçek ise şu:
Başörtülü genç kız gerçeğine karşısınız! Bu yasaklarla bu genç kızların yolunun kesileceğini düşündünüz. 28 şubat'la gerdeğe girdiniz. Ama olmadı. Başörtülü genç kız yaşıyor. Ve siz, özgürlük, insan hakları yandaşlığı ile başörtülü genç kızın inanç özgürlüğü ve eğitim hakkı arasında kaldınız. Bocalıyorsunuz.
İşin bir başka yanına daha temas etmek lazım:
Devlet, ağzında un ıslık çalan, ya da aynı anda iki iş yapamayan adama benzemez.
Devlet, binlerce akıl, binlerce el, kol, göz, yürek demektir.
Devlet milletin gücünü sorunların çözümü için seferber eden organizasyon demektir.
Devlet bu ise, o zaman, bir eliyle okul, bir eliyle hastane açar. Bu, bir eliyle yol yapmaya, bir eliyle cari açığı kapatmaya, bir eliyle enflasyonu düşürmeye, bir eliyle işsize iş bulmaya mani değildir.
Devlet bir eliyle de güvenliği sağlar. Dağda operasyon yapar. Gerekirse savaşa girer. Havada uçar, denizde yürür.
Bu arada devlet, vatandaşının özgür nefes almasının zeminini hazırlar.
Kimsesiz çocukları korur.
Seyahat hürriyeti, düşünce, inanç özgürlüğü sağlar.
Hatta bu kadar işle meşgul olabilmek için bazı lüzumsuz işlerden kaçınır devlet.
Mesela, vatandaşın kılık kıyafetiyle uğraşmamayı başarır!
Şunu giyeceksin, şunu da giymeyeceksin gibi işleri devletin üzerindeki fuzuli yükler olarak görür. Bir an önce bu yüklerden kurtulmak ister devlet.
Devlet bu işlerle uğraşır mı?
Uğraşmasın.
Özgürlük verilsin bitsin bu iş.
Memleket rahatlasın. Rahat bir nefes alsın.
Binlerce ton mürekkep, kağıt, film, binlerce demeç, binlerce tartışma bitsin. Genç kızların göz yaşı bitsin. On binlece genç kızın dışlanması bitsin.
Hepsi "Herkes giyim kuşamında özgürdür" gibi bir tek cümleye bağlı...
Hepsi, vatandaşın kılık kıyafetinden azgın bir azınlığın elini çekmesine, devleti bu işle uğraştırmamasına bağlı.
Şu an özgürlükler önündeki direnç, elindeki kırbacı terk etmek istemeyen bir adamın tavrına benziyor.
Vatandaşı dövme hakkını terk etmek istemeyen bir adam.
Nedir bu adamın lügatteki tanımlaması siz bulun. Ama gerçek bu...
Kırbaç vınnn vınnn inlesin ve vatandaş o ses karşısında kölelik duygusuyla boyun eğsin....
İstenen bu.
Ve yıl 2008'de, vatandaşın reddettiği de bu.
Baskıcılar kafa yapısını değiştirecek. Türkiye bir özgürlükler ülkesi olacak. Er veya geç.Başka çare yok. Bugünün Türkiyesinde en sağlıklı duruş, özgürlüklerden yana duruştur.