Başkanlık yarışında ikinci perde başlıyor


 
On altı yıl önce modern Amerikan tarihinin en korkunç ırk isyanı Los Angeles'ı sarmışken genç bir siyah, bir sürü televizyon kamerasının önünde soruyordu: "Birbirimizle iyi geçinebilir miyiz?"  
  
Rodney King'in sorusu, yaşadığı şehir içindi, ama aslında ülkesinin tamamına yönelikti. O yıl Birleşik Devletler her haber kanalında; sivil haklar döneminin söylemlerine ve yasal kazanımlarına, Cosby Ailesi'nin ve Will Smith'in başrolünü oynadığı popüler dizi The Fresh Prince of Bel-Air'in ince telkinlerine, orduda ve üniversitelerde onlarca yıl sürdürülen pozitif ayrımcılık uygulamalarına ve dünyanın en iyimser seçmeninin arzu ve inançlarına rağmen, ırkın, ülkenin sosyal yapısında hâlâ belirleyici bir etmen olduğu çirkin gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştı.

O zamandan bu yana Jesse Jackson ve Al Sharpton'ın başarısız başkanlık kampanyaları, o iyimserliği iyice aşındırdı. Bu deneyimler seçmenleri, sadece Amerikalıların bir gün siyah bir başkan seçip seçemeyeceği sorusunu değil, siyah bir adayın ülkesinin ırksal tarihini tasfiye edip, insanların renklerine artık dikkat edilmez olduğu bir aşamaya geçirip geçiremeyeceği sorusunu sormaya zorladı.

Bu sorular Barack Obama tarafından, hem Amerika'nın olağanüstü kendini yenileme gücüne inancını hem de dünyanın ona olan hayranlığını artıracak şekilde cevaplandı. Beyaz Saray'ı McCain'e kaptırabilir. Iowa'dan Minneapolis'e, zorlu bir yolculuk yaptı. Ama en azından şu anda, tarih ondan yana. Kasımda kazansa da kaybetse de Amerika'nın iç savaşını ateşleyen ve o zamandan beri peşini bırakmayan düşmanlığı tarihe gömmek üzere en fazla yol kat eden kişi olarak tarihe geçecek.

Kuşkuya yer bırakmayan politik becerilerini ortaya dökmek için değil ama ABD'nin siyasal sistemine dair vereceği ipuçlarını görmek için iki yıl evvel medyanın spotlarının Obama'nın üzerine çevrilişini hatırlayalım. Bush'un başkanlığının ikinci döneminin daha başlarında, birçok kendi destekçisi bile, ülkesinin prestiji ve kendine güveni üzerinden kumar oynadığını ve kaybettiğini anlamıştı. Demokratik gücün bu iki önemli unsurunu yeniden canlandırma yarışını başlatmak için düdüğe ihtiyaç yoktu. 2005 itibarıyla her iki büyük parti de onlarca adayı gözden geçiriyor, deneyimlerini ve tanınırlıklarını dikkate alıyor ama fazlasını arıyordu. 2006'da ulusal medya, Afrikalı bir keçi çobanının, hitabet yeteneğine sahip ve Illinois'teki Demokratlar tarafından çok sevilen oğlunu keşfetti. O zamandan bu yana, Hillary Clinton'ı alt etme ve ilk siyah başkan olma çabası tüm dünyayı heyecan içinde bırakıyor.

Delege sayılarına dair ayrıntıların artık önemi yok. İçinde bulunduğumuz anın önemi Amerika'nın fırsatlar ülkesi olduğuna dair miti doğruluyor olması: Obama'ya Harvard'dan mezun olma ve Washington'a fırtına gibi girme fırsatı; dünyanın en esnek demokratik sisteminin seçmenlerine hiç tanınmayan birinin peşinden gitme fırsatını; ve dışarıdakilere, birçoğunun nefret etmeye bayıldığı süper gücü yeniden değerlendirme fırsatı.

Bir kuşak için Amerika'da siyaset, anketçiler ve analiz yapan uzmanlardan ibaretti. Siyasal peyzajı dakikası dakikasına kaydediliyor, YouTube üzerinden yapılan yayınlarla çevrimiçi seçmenlere anında ulaşılıyordu. Obama, bu uzmanların birçoğunun temsil ettiği geleneksel aklı "umudun cüreti" diye adlandırdığı taktikle alaşağı etti. Birlik ve değişime dair vaatleri çok muğlak. Eleştirenler, eski papazının atıp tutmalarının bu vaatlerin boş olduğunu gösterdiğini söylüyor. Ama bu tür iddialara rağmen ayakta kalmayı başardı. "Ölmek için fazla sağlam" Cumhuriyetçi rakibi, Obama'nın ancak alkışlayabileceği üstünlüklere sahip. Ama onun da kendi üstünlükleri var. Destan devam ediyor. İkinci perde başlamak üzere.
 

Kaynak: Zaman