Medyada ve Mecliste süren tartışmalar eğitim ve 28 Şubat üzerinden hareketlenerek yürüyor. Olaylar tekrar hatırlanıyor, bilinmeyen gizli yönler tanık ifadeleriyle ortaya çıkarılıyor. Medyadaki tartışma ve karşılıklı dinlenme ortamının meclise göre daha sağlıklı yürüdüğünü belirterek, yaşanmışlıklara bir örnek üzerinden katkı yapmak istiyorum.
Rövanş alma yerine bağışlama yönüne vurgu yapılıyor. El hak doğrudur. Açık ve zımnen nedamet içinde olanlar için doğrusu budur. Öte yandan, geçmişte zalimane uygulamaların suçluları, bugün de aynı söylem ve tavır içindeyseler, orada durmak gerek.
Geçmişte, namlunun gücüne yaslanarak işledikleri cürümleri ortaya çıkarmak, bir görev haline gelir.
İnsan hakları mücadelesi veren MAZLUMDER'de yöneticilik yaptığım yıllarda yüzlerce mağdurun hikâyesine şahit oldum. Trajedi, dram ve komedinin iç içe yürüdüğü öykülerde devlet gücünün nasıl komik, nasıl zavallıca, nasıl bir aşk ve öfkeyle kullanıldığına şahitlik yaptık, müdahale etmeye çalıştık.
Bu öyküler içinde unutamadıklarımdan biri de Dr. Şükran Erdem'in yaşadıklarıdır.
Dr. Şükran Erdem, TUS sınavını kazanarak 20 Haziran 1996 tarihinde asistan olarak Kemal Alemdaroğlu'nun rektör olmadan önce bölüm başkanlığı yaptığı İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalında göreve başladı. Dr. Erdem başörtülü olduğu için ikaz, uyarı sonrasında içinde beş on kitap ve iskelet olan odaya, Alemdaroğlu'nun emriyle, kilitlenir ve anahtar Bölüm Sekreterine verilir. Kapının içerden vurulması ve sesin duyurulması sonucu ancak dışarıya çıkarılır.
Olayı yerinde, habercilerle inceleyerek rapor haline getirdik. Kamuoyu oluşması sonucu, TBMM'i İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, bir alt komisyon kurarak konuyu araştırdı.
Altı kişilik alt komisyon ve on sekiz kişilik İnceleme Komisyonunun raporu, insan hak ve özgürlükleri açısından görülmeye değerdir.
"Top çevirme" taktiğiyle, hapis olayını görmezden gelip, Alemdaroğlu'nu haklı çıkarmadaki manzaraları, kimilerin nasıl bir korku içinde olduklarını gösterirken, bir kısmının da yasakçılığı aşkla savundukları, kiminin de sessiz kalıp imzadan imtina etmesi Komisyondaki isimlere bakınca daha bir anlam kazanıyor. Sadece alt komisyon üyesi Recep Kırış, özgürlükleri ihlal eden uygulamayı değerlendiren çok net bir şerh düştü.
Komisyon tanıdık renkli simalardan oluşuyor; Ahmet Türk, Tınaz Titiz, Sırrı Sakık, Ökkeş Şendiller ve Hasan Mezarcı ilk sayacağımız isimler. Raporun tamamı ve arşiv değerinde pek çok belge, haber ve hatıra için MAZLUMDER'in hazırladığı Bütün Yönleriyle Başörtü Sorunu (2.Baskı) kitabına bakılabilir.
Alemdaroğlu ve yardımcısı daha başlangıçta yeterli tepkiyi görmemiş, dahası teşvik görmüş olacaklar ki, işi rektörlük döneminde İkna Odalarına kadar götürdüler.
İkna Odaları banisi ve uygulayıcısı Nur Serter ve Kemal Alemdaroğlu Mecliste. Eğitim tarihine işkence ile adlarını yazdıran iki öğretim üyesi için, başkanlarının çok sevdiği, dokunulmazlık kaldırma söylemi geçerli olmaz mı?
Olmaz!
Mesele burada düğümleniyor. Kişiler, gruplar ve partiler, kimi zaman, durumlarına hiç uygun düşmeyen, en uzak sıfat ile kendilerini ifade etmeye kalkıyorlar. Mesela Kemalistlerin özgürlükle kendilerini ifade etmeleri gibi. Eğitim adına, neden yetmiş model militanlık yaptıkları, sanırım anlattığım öykü üzerinden daha iyi anlaşılır.
Başkalarının acılarıyla mutlu olacağını düşünen insan tipi, en zavallı ve en tehlikeli profildir. Diktatörlük sadece koltukla olmuyor. Binlerce, on binlerce zavallı, elinde daha yetki yokken, zihni tasarım seviyesinde, kendini bir başkasının mutsuzluğuyla beslenmeyle hazır hale getiriyor.
Eğer Cumhuriyetten maksat, cumhurun iradesiyse; egemenlik, halkın iradesinin tezahürü olarak Meclis'le ifadesini buluyor deniyorsa, darbe suçlarının en büyük payı, ikinci meclisten yirmi sekiz şubata kadar geçen süreçte, rüştünü kuramayan vekillerde değil midir?
Her türlü meclis dışı iradeye karşı iç bütünlük kuramayanlar, darbelerin çağırıcıları olurlar. Oldular da. Rakibin elinden, zorla, yetkinin alınıp kendisine verileceği hesabı hep geçerli oldu.
Örnekler sayısız, beyanatlar çarpıcı.
12 Mart anılıyor. Nihat Erim bir gecede CHP'den istifa ettirildi ve bağımsız hükümeti kurmakla görevlendirildi. Ecevit tepki gösterdi. Halk iradesine uygun olmadığını söyledi. Aynı Ecevit yıllar sonra, şartların "pişirdiği" siyasetçi olarak, halkın seçtiği vekile "Bildirin şu kadına haddini" diyerek linç çağrısı yaparken, nereden nereye, nasıl geldi/getirildi düşünmeye değer.
Yüzleşmek, olayların öğretmenliğine müracaattır.
Yüzleşmek, bazen nadim olmak, kimi zaman haklı çıkmaktır.
Aleniyete dökülen yanlıştan dönmenin bedeli, aleni özeleştiri yapmakla ödenir.
Doğruyu kavrayınca açık özeleştiri yapmak/yapabilmek erdemle olur.