Başına tuğla düşen devletlûlar

Sevgili okuyucular, daha önce de yazmıştım, ömrümün hiçbir devresinde sabit fikirli ve peşin hükümlü olmadım. Zaman içerisinde görüşlerin değişebileceğine inanıyorum. Lâkin, 'dün dündür, bugün bugündür' oportünizmi ile görüşlerdeki değişmenin en ufak bir benzerliği yoktur.
Yıllar geçtikçe, bazen insan sağcıyken solcu, solcuyken sağcı olabilir; hattâ dinini bile değiştirenler vardır. Bütün bu değişimler hoş görülebilir. Ancak, ülkenin millî menfaatleriyle ilgili meselelerde, siyasî çıkarlara ve hesaplara dayanan kıvırmaları, oportünistçe sapmaları, normal görüş değişiklikleri olarak kabul etmek mümkün değildir.
Eğer bu konularda çok kısa zamanda taban tabana zıt görüşler ileri sürenler olursa, bu kişilerin, görüşlerinde meydana gelen değişikliklerin gerekçesini kamuoyu önünde açıklamaları lâzım gelir.

Baykal'ın başına saksı mı düştü?
Başbakan Erdoğan'ın ABD Başkanı Bush ile görüşmesinin hemen ardından, gece geç vakit televizyonları seyrediyorum.
TV kanallarında CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen ile CHP 'nin dış politikadaki ası Şükrü Elekdağ, görüşme hakkında peşpeşe veryansın ediyorlar. Her ikisi de eski büyükelçi. Hele Şükrü Elekdağ, yıllarca Vaşington Büyükelçiliği yapmış değerli bir stratejist. Esasen CHP'nin görüşü de bu merkezde...
Fakat o ne? Ertesi gün, aradan yirmidört saat bile geçmeden, CHP lideri Baykal, grup toplantısında tamamen farklı şeyler söylüyor. Daha da ilgi çekici olanı, birkaç gün sonra Baykal'ın bir basın toplantısı yaparak yeni terörle mücadele politikasını açıklaması... Bu politikayı açıklarken, son dönemdeki tavrını, üslûbunu ve söylediklerini tamamen değiştiriyor.
Aslında Baykal'ın söylediği şeyler içinde çok önemli ve faydalı olanlar da var. Ancak bu ani değişikliğin sebebi izaha muhtaç. İnsanın aklına ister istemez politik hesaplar geliyor. Baykal'ın, Vaşington'a temenna çakmak için bunları söylediğini sanmıyorum. Olsa olsa Güneydoğu halkına şirin görünmek istemiş olabilir.
Lâkin Baykal'ın, 'terörü tecrit etme' ve 'yeni terörle mücadele politikası geliştirme' konusundaki fikirlerini dikkate değer buluyorum.

Millî meselelerde popülizm yapılmaz
Efendim, bizdeki politikacılar, Güneydoğu'daki Kürt kardeşlerimize hoş görünmek için popülist şirinlikler yapmayı hep marifet saymışlardır. 70'li yıllardan sonraki dönemi şöyle bir gözden geçirirseniz, siyasî parti liderlerinin Güneydoğu'da başka, Ege'de başka konuştuğunu görürsünüz.
Koca Özal dahi teyzesinin Kürtçe konuştuğunu söyleyip şirinlikler yapmaya çalışmıştır. Güneydoğu'da 'Kürt realitesi' nden, 'Kürt sorunu' ndan dem vuranlar, AB'nin yolunun Diyarbakır'dan geçtiğini söyleyenler; 'Türkiyelilik' sözcüğünü kullanarak, Türkiye'nin 'mozaik' olduğunu, Türkiye'de bilmem kaç tane etnik grup bulunduğunu iddia edenler; farklılıkları vurgulayıp benzerlikleri es geçenler, meselenin ciddiyetine vâkıf olmadan kısa vâdeli siyasî hesaplarla, ülkelerine ne kadar zarar verdiklerinin farkına dahi varmamışlardır.
Vatanseverliğinden hiç şüphe etmediğimiz Erdoğan bile, kerameti kendinden menkûl nevzuhur 'aydınlar'ın tesirinde kalarak bu konuda hatâlar yapabilmiştir.
Ömrünü ve kariyerini terörle mücadeleye veren Mehmet Ağar'a 'düz ovada siyaset' şirinliği yaptırarak barajın altında kalmasına sebep olanlar da hep bu sözde aydın makulesi ve popülizm politikası değil midir?...

Ah paşalar, paşalar...
Efendim, rivayet olunur ki, büyük ressamımız Şeker Evren Paşa, Armutalan'daki kâşânesinin bahçesinde resim yaparken, kafasına bir çiçek saksısı düşmüş ve bu yüzden İzmir'e göçmüş. O günden beri de kafasını bir türlü toplayamamış...
Lâtife bir yana, hem Güneydoğu konusunda Cumhuriyet tarihinin tek baskı uygulamasını getireceksiniz hem de kalkıp Kürtlere baskı yapıldığını, haklarının verilmesi gerektiğini, eyalet sistemine geçilmesini -âdeta bir özerk yönetim modeli gibi- söyleyeceksiniz...
Ya, birçoğu Genelkurmay Başkanlığı yapmış olan emekli paşaların asker bavulu gibi dökülmelerine ne demeli?!.. Eski Komünist rejimin itirafçıları gibi, hepsi de PKK ile mücadelede ne hatâlar yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatmazlar mı, insanın cini tepesine çıkıyor. 'PKK sorunu sosyal aşamada çözülmeliymiş', 'ABD de, AB de Türkiye'nin bölünmesini istiyorlarmış', 'Irak sınırı düzeltilmeliymiş', 'PKK, sınır ötesi harekâtla bitirilemezmiş' vs, vs.
İyi de, adama sormazlar mı; 'Siz o zaman bostan korkuluğu mu idiniz?' demezler mi?...
Bu beyanatlara en çok Genelkurmay Başkanı Büyükanıt Paşa 'nın öfkelendiğine eminim. Lâkin, medyanın cazibesi ve yeni bir şeyler söylemenin heyecanı, yerinde ağır olması gereken taşları, ne yazık ki çakıl taşlarına dönüştürüyor...

Hangi 'değişim'?
Efendim, 'Kürt sorununa siyasî ve demokratik çözümler gerekirmiş'...
Allah aşkına bana bir tek 'siyasî ve demokratik çözüm' gösterebilir misiniz? Sanki Kürtçe yayın, Kürtçe öğretimi serbest bırakıldı da PKK terörü sona mı erdi? Farzedelim ki, Kürtçe eğitim ve öğretim yapılsa, Apo'yu da içine alan geniş kapsamlı bir af kanunu çıkarılarak bütün teröristler affedilse, bu meselenin çözümlenebileceğini mi zannediyorsunuz?!...
Yahu, adamlar daha geçen gün, 'özerk yönetim' istediklerini açıklamadılar mı? Bunu da yapsanız, arkasından 'federasyon' talebi, daha sonra da toprak kopararak 'bağımsız devlet' safhası gelmez mi? Bunu görmemek için ya aptal ya da hain olmak gerekir.
Dönüp de çevrenize bir bakın. Rumlar, iki asırdır 'megalo idea' peşinde Kostantinapolis, Pontus, İyonya hellenizmi politikasını değiştirdiler mi? Ermeniler, Karadeniz'den Akdeniz'e uzanan ve Türkiye'nin yarısını içine alan 'Büyük Ermenistan' hayalinden vazgeçtiler mi? Siyonistlerin, arz-ı mev'ûdu içinde Türkiye toprakları da bulunmuyor mu? Peşmergeler ile Batılı işbirlikçileri, Türkiye 'nin Doğu ve Güneydoğusunu ihata eden 'Büyük Kürdistan' emellerini değiştirdiler mi? Son dönemde sarmaş dolaş olduğumuz Suriye 'nin bile millî politikası içinde Hatay 'ın ilhakı yok mu?...
Peki o halde, biz ne diye millî bütünlüğümüzü savunmaktan vazgeçerek millî politikalarımızı değiştirelim?...