Başbakan kriz brifingi aldı mı?

Önce halen yaşamakta olduğumuz mali krizin doğasıyla ilgili bilmemiz gereken birkaç şey var.

Her şeyin kökeninde, ipoteğe dayalı olarak verilen kredilerin hatırı sayılır bir bölümünün geri dönmemesi veya geri dönmeme olasılığının güçlenmesi yatıyor.

İpoteğe dayalı kredi veren kuruluşlar, bu kredilerini çıkardıkları tahvillerle, o tahvilleri alanlar da yarattıkları türev ürünlerle ve o türevleri 'sigorta' eden diğer türev ürünlerle kendilerini finanse ettiler.

Yaratılan 'kaldıraç' yöntemi sayesinde ortaya o kadar büyük bir sanal para piyasası çıktı ve bu piyasa oldukça uzun bir süre yatırımcısına o kadar iyi para kazandırdı ki, şimdi 'toksik' diye nitelenen bu kâğıtlar Amerika ve Avrupa'da neredeyse bütün bankalar tarafından alınmaya başlandı. Hatta alıcılar arasında Norveç'te bir köyün belediyesinden, İngiltere'de bir kasabanın polis ve itfaiye teşkilatına kadar çok yaygın gerçek kişi ve fonlar da vardı.

Balon yıllarca şişti, şişti. Bu balondan, herkes kendi payına düşen kadar yararlandı. Balon evet Amerika'da şişti ama burada doğan sanal paradan biz Türkiye'de yaşayanların yararlanmadığını söyleyemeyiz. Kimi şu kadar kimi bu kadar ama bundan herkes bir fayda elde etti, unutmayalım.

Şimdi balon patladı, en önce artık 'toksik ürün' diye adlandırılan kâğıtlara yatırım yapan mali kuruluşlar olmak üzere tümüyle küresel mali sistem krize girdi. Amerika veya İngiltere'de yarın hangi bankanın batma noktasına gelebileceği, hangi bankada yatan mevduatınızı çekemez hale geleceğiniz bilinmiyor.

Mali krizde henüz dip noktayı görmedi dünya, bu panik durdurulamadığı sürece de kolay kolay göremeyeceğiz. O yüzden oluşan zararın ne kadar olduğunu henüz kestiremiyoruz. Hoş oluşabilecek toplam zararla ilgili çeşitli tahminler var ama bunların verdiği rakamlar da çok değişebiliyor.

Zararlar tümüyle realize olduğunda, yani panikten kaynaklanan toz duman yatıştığında kalemi kâğıdı önümüze çekip bu zararı kimin nasıl ödeyeceğini görmeye başlayacağız.

Şundan emin olabilirsiniz, hepimiz bu zararları ödeyeceğiz. Önemli soru şu: Yapacağımız ödeme adil olacak mı, zarardan sahiden hakkımıza düşeni mi ödeyeceğiz yoksa fazlasını mı?

Örneğin, oluşan zararın en büyük bölümünü Amerikan halkı ödemeli. Şimdiden ödemeye başladı bile. Aynı şekilde Avrupa ve Çin başta olmak üzere Uzakdoğu da kriz zararını ödemek için elini cebine attı.

Türkiye'de iş dünyasıyla hükümet arasında süregelen kavga, aslında eli cebe atma kavgası.

Bir an önce tedbirler paketi hazırlanmasını, yani daha açık ifadesiyle Türk özel sektörünün 200 milyar dolar kadar olduğu anlaşılan dış borcunun bir kısmının veya tamamının devlet tarafından 'garanti' edilmesini isteyen iş dünyası, ortaya çıkacak faturayı şimdiden ödemeye hazırlıklı olmamız gerektiğini söylüyor. Hükümet ise ne yapacağı konusunda hiç renk vermiyor. Yani faturayı ödemek için şimdiden elimizi cebimize atmaya hazır olduğumuzu ilan etmeye karşılar mı değiller mi, bunu bile bilmiyoruz.

Fakat şöyle bir durum var: Faturayı anında ödememenin veya fatura geldiğinde eli boş cebe atmanın toplam faturayı büyütmesi mümkün.
Sanıyorum iş dünyasının söylemek istediği de bu: Biz şimdiden hazırlık yapalım, günü geldiğinde faturamızı ödeyelim, yoksa çok daha ağır bir faturayı hiç hak etmediğimiz halde ödemek zorunda kalabiliriz.

Bakalım hükümet bu talepleri daha ne kadar 'düşmanın talepleri' gözüyle değerlendirmeye devam edecek?

Benim bir merakım var: Acaba Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren veya Hazine Bakanı Mehmet Şimşek, krizin Türkiye'ye olası etkileri konusunda bir brifing verdiler mi? Verdilerse ne zaman? Veremedilerse neden?

Kaynak: Radikal