Barzani ile nasıl bir söz düellosu?

Kuzey Irak konusunda Türkiye'nin politika üretmekte zorlandığı fark ediliyor. Bunun en son örneği Barzani ile girilen söz düellosu. Şu an gözlenen söz düellosu sağlıklı bir politik stratejinin yansıması mı, yoksa refleksif ve hesapsız tepkiler mi?

Aslında sanırım Ankara, Kuzey Irak'la şöyle bir ilişki geliştirmek istiyor:

Kuzey Irak'ta müstakil bir Kürt devleti yapılanması olmasın, çünkü böyle bir yapılanma, uzun vadede bölgedeki tüm Kürt nüfusu en azından bir federasyon çerçevesinde entegre etmek gibi bir düşüncenin çekirdeği olur. Bu da Türkiye'nin içi ile oynamak anlamına gelir. Ancak Türkiye, bağımsız bir Kürt yapılanmasına karşı çıkarken, bunun “Kürt karşıtlığı” biçiminde algılanmasına yol açılmasını da istemiyor. Çünkü bu da, içimizdeki Kürt vatandaşlarımız için incitici ve etnik politik bilinçlenmenin ateşleyicisi olur. Ama bu arada Kuzey Irak kaynaklı terörist hareketler de durdurulmalı.

Bunların tamamının gerçekleşebilmesi için, Irak'ı işgal etmiş bulunan Amerika ile ilişkiler önemli, Kuzey Irak'taki Kürt yönetimi ile ilişkiler önemli. İran, Suriye, öteki Arap ülkeleri ile ilişkiler önemli.

Bu arada Kuzey Irak'taki Kürt yönetiminin de, hem “Kürt devleti” hedefi var, hem bölgedeki tüm Kürtlerin bütünlüğü hedefi var. Ama uzun vadede hangi niteliğe bürünürse bürünsün Türkiye ile ve bölgedeki diğer Müslüman ülkelerle iyi geçinmesi lazım. Yani Türkiye ve bölgedeki diğer ülkelerle düşman bir Kürt oluşumunun, bölge dışı işgal güçlerinin desteği ile bir süre ayakta dursa bile, uzun vadede hep bir çatışma ortamını göze alması söz konusu ki, bu kendi halkına büyük bir bedel ödetmesi anlamına geliyor.

Aslında bölgeye barış lazım ama, farklı hesaplara göre çatışmanın potansiyelleri de mevcut.

Türkiye Kuzey Irak'ta bağımsızlığa yürüyen bir yapılanmaya karşı. ama buna müdahale noktasında meşru imkanlar bulmakta zorlanıyor. Konuyu Washington nezdinde gündeme getirdiğinde “Irak'la görüşün” deniyor. Oysa Irak'ta bütünü kapsayan bir irade oluşmuş değil. Türkiye, Kerkük duyarlılığını dile getirdiğinde “yabancı ülkenin Irak'ın içişlerine müdahalesi” suçlamasına muhatap oluyor. “Kerkük seni ne ilgilendiriyor?” diye sorulduğunda Türkiye, önce Türkmen ilgisini ifade ediyor, bu da etnik bir ilgiye dönüşüyor, sonra bölge ülkelerinin rahatsızlığı dile getiriliyor, uzun vadede bölgede çıkacak kargaşa dile getiriliyor... Bunlar da doğru olsa bile itibari şeyler. Bölgedeki etkin güçler bir “Kürt devleti”ni stratejik hedef olarak belirlemişse, o tür gerilimleri de göze alabilir. Belki Türkiye, bölge için vazgeçilmezliğini ortaya koyarak, stratejik denklemleri etkilemeye çalışıyor.

Bu hengame için son söz düellosu devreye giriyor.

Barzani “Siz beni tehndit ettiniz, ben de cevap verdim, Kerkük bir Irak şehri, sizin burada ne hakkınız var?” diyor.

Bizden gelen ve biraz da seçimlere doğru içerdeki “Barzani karşıtı” hava sebebiyle birbiriyle yarış içinde görünen cevaplar, kimi zaman bu tehdit suçlamasına hak verdirecek nitelik kazanıyor. Sanki, “senin cirmin ne ki bize karşı çıkıyorsun?” tarzında üsluplar sergileniyor. Bunların içerde – dışarda etnik bilinci ateşlemekten başka bir anlamı olur mu, doğrusu üzerinde düşünmeye değer. Bu tarz söylemlere Barzani'nin kendi toplumundaki ilişkileri açısından cevap vermemesi mümkün olur mu, bu da değerlendirme gerektiriyor.

Ankara'nın cevapları içinde Dışişleri Bakanı Gül'ün üslubu bir fark sergiliyor. Gül başından beri, Kizey Irak'taki Kürt nüfusun hassasiyetlerini, bunun içerdeki yansımalarını, Uluslar arası dikkatleri gözetiyor gibi görünüyor. Mesela Irak'la gerektiğinde askeri obsiyonu akla getirecek öncelikli ilginin “terörle bağlantılı” olmasının altını çiziyor. “Siz yapmazsanız biz yaparız” tarzı bütün Gül çıkışları, Kuzey Irak yapılanmasını hedef almıyor, “teröre karşı sınır ötesi takip” hakkından yola çıkıyor. Bunun yanında bölgedeki tüm oluşumların – hesapların Türkiye gibi büyük bir bölge ülkesinin dostluğunu – düşmanlığını dikkate alması gerektiği gibi çok temel bir duyarlılığı seslendiriyor.

Bilinen şu:

Türkiye, Kuzey Irak'la ilgili bir askeri harekatı, ancak teröre karşı sıcak takip argümanı ile, ya da düşmanca bir başka harekat söz konusu olursa kendini savunma ilkesinden yola çıkarak yapabilir. Dünyaya ancak bunu anlatabilir. “İstila” diye algılanabilecek ve sadece Batı ülkeleri değil, bölgedeki diğer ülkeler tarafından da kabul edilemeyecek bir askeri hareketlilik içine giremez.

Son söz düellosu, terör alanından öteye kaymış durumda. Bu noktada da Barzani savunma söylemi geliştiriyor ve Türkiye'yi “Kuzey Irak'a müdahale için bahane arayan ülke” imajına sürüklüyor.

Türkiye'nin Kuzey Irak'ta istemediği bir oluşumu engellemek için kullanabileceği diplomatik hamleleri yok değil. Çünkü Gerek küresel güçler açısından gerek bölgesel dengeler açısından Türkiye, dikkate alınması gereken bir ülke.

Ama konunun çok hassas olduğu da bir gerçek. Bazen söz düellosu noktasında süren gerilimlerde bile, söylem planında kazanıyor görünseniz bile nihai planda kaybediyor olabilirsiniz. Buradan Barzani'ye “Sen de kim oluyorsun?” diye seslenmek gururumuzu okşayabilir, ama bu söylem, bölge insanının Türkiye'ye bakışını olumsuz etkileyebilir. Bunu istiyor muyuz?Bunun içeriye yansıması, uzun vadede Türkiye'nin toplum barışını nasıl etkileyecektir?

Bence hem devlet söylemi hem medyadaki söylem planında konunun Dışişleri Bakanlığının inisiyatifi ile müzakere edilmesinde yarar vardır. Barzani'nin iyi niyeti tabii ki sorgulanabilir. Bazen sessizliğiniz zaaf gibi değerlendirilebilir, bazen de sesinizi yükseltmeniz “Tehdit ediliyorum” söylemiyle karşılanabilir. Konunun çok hassas olduğunu defalarca vurgulamaya gerek yok. .