Barış yerleşimlerin altında kaldı

İsrailli insan hakları grubu Peace Now (Barış Şimdi) 2 Mart'ta, İsrail konut bakanlığının Batı Şeria'da 73 bin konut inşa edeceğini belirten bir rapor yayımladı. Grup bunlardan 15 bininin halihazırda onaylandığını, kalanının onay beklediğini açıkladı.

Guardian'ın 7 Mart tarihli haberine göre de, AB tarafından yayımlanan gizli bir rapor İsrail'in Doğu Kudüs'te mülk edinmeye devam ettiğini belirtiyordu. Rapora bakılırsa, İsrail konut yetkilileri, Kasım 2007'deki Annapolis 'barış' konferansından bu yana 5 bin 500 yeni konuta dair planları sunmuş ve bunlardan 3 bini de onaylanmıştı. Okuyucular belki hatırlar: Annapolis konferansının Bush'un can çekişen sözde Yol Haritası'nı dirilteceği söylenmişti. Bu konut planlarının uygulandığını ve her konuta ortalama sadece 2.5 İsrailli'nin yerleştiğini varsayarsak, bu Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te halihazırda yaşayan 490 bin İsrailli'ye 196 bin daha eklenmesi anlamına gelecek.

1970'lerden beri yavaşlamadı

Halbuki İsrail Başbakanı Ehud Olmert daha 30 Eylül 2008 gibi yakın bir tarihte, barışa ulaşmak için İsrail'in Doğu Kudüs dahil olmak üzere, işgal altındaki toprakların tamamından çekilmesi gerektiğini söylemişti. Elbette Olmert'in normatif davranış mesleği uluslararası bir hukuk mahkemesinin gözünde tümüyle fasa fisodur, zira bütün bu yerleşimler Dördüncü Cenevre Konvansiyonu uyarınca açıkça yasadışı. Peki neler oluyor?Hiçbir şey olmuyor. Ne görüyorsanız o oluyor - her zamanki terane. Ortada gerçek bir barış süreci falan yok, sadece bir yanılsama var ve bu yanılsama İsrailliler tarafından, Büyük İsrail'in kapsadığı en geniş topraklarda (ki buna Batı Şeria'daki su kaynakları da dahil) geri döndürülemez koşullar yaratıp etnik temizlik yapmak için sinsice kullanılmaya devam ediyor.

Ne olup bittiğini anlamak için tarihe dönüp bakmak gerek. Son 20 yıldır ABD yönetimi ve onun düşünce kuruluşları, akademi ve medyadaki uzantıları adına süregiden Arap-İsrail barış süreci denen yatıştırıcı bir vizyonu teşvik ediyor. Bu sürecin merkezinde iki devletli bir çözüm bulunması ideali yer alıyor; yani Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak bir Filistin devleti. ABD'deki anaakım medya Amerikan halkını, süregiden barış sürecinin Arap-İsrail ihtilafının çözümüne giden yol olduğu konusunda uyutuyor. Fakat o yol bugüne kadar Batı Şeria'nın tecrit edilmiş kantonlarından ve cehennemden farksız bir Gazze'den, yani bir kâbustan başka bir yere varmadı. Üstelik ana akım medyanın büyük bölümü, en azından ABD'de, bu durumdan dolayı bizzat Filistinlileri suçladı. Elbette ana akım medya İsrail'e atfedilebilecek engeller, bilhassa da işgal altındaki topraklarda bulunan yerleşimler hakkında da haberler yaptı. Fakat bu tür haberler genellikle, yerleşimlerin çözümün önündeki geçici maniler gibi gösterildiği bir bağlamda verildi; sözgelimi Filistinliler terörizmi kınar kınamaz ve İsrail'in varoluş hakkını tanır tanımaz, İsrail'in bu yerleşimlerin büyük kısmını boşaltacağı ve karşı tarafla toprak takasına başlayacağına dair muğlak bir görüş oya gibi işlendi. Bu bağlamda, bilgiye internet üzerinden yaygın şekilde ulaşılabilmesine karşın, yerleşimler sorununu kolayca anlaşılan uzun vadeli bir perspektife oturtan pek az haber çıktı.

Elbette İsrailliler 2003'te Gazze'den 6 binden fazla yerleşimciyi tahliye etti ve İsrail hükümeti arada bir Batı Şeria'nın sözüm ona 'kenar mahallelerinden' önemsiz sayıda yerleşimciyi çekiyor. Fakat İsrail'in bu adımları uzun vadeli yerleşim politikasıyla aykırılık teşkil ediyor; ki 1970'lerin ortasında hızla artmaya başlayan yerleşim inşası, o zamandan bu yana şaşırtıcı bir tutarlılıkla devam ediyor. Aslında yerleşimler politikasının gidişatına, sözde barış sürecine yönelik istişarelerde neredeyse hiç değinilmiyor.

Eldeki bilgiler İsrail hükümetinin verdiği resmi verilere ve cesur İsrail insan hakları örgütü B'TSelem'in açığa çıkardığı planlara dayanıyor. Sözde barış süreci 1993'te büyük bir iyimserlikle kurumsallaştırıldı ve Oslo Anlaşmaları'nın imzalanması Birinci İntifada'yı sona erdirdi. Fakat sonraki yedi yıl zarfında Oslo Filistinlilerin yaşadığı ekonomik zorlukları hafifletmedi, ne de İsrail'in yerleşim inşa etme politikasını yavaşlattı. Oslo Eylül 2000'de fiilen sona erdi; bu tarihte Ariel Şaron'un kışkırtıcı El Aksa ziyareti İkinci İntifada'nın patlak vermesine yol açtı ve Şaron'u başbakanlığa taşımaya yardımcı oldu.

Resmi barış sürecinin yeniden kurumsallaştırılması, Haziran 2002'de, Oslo'nun küllerinden kimseye heyecan vermeden yükseldi; bunun adına da Bush'un sözüm ona Barış İçin Yol Haritası dendi. Bush'un Yol Haritası'nın hedefi 2005'te bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıydı ve bu hedefe ulaşmak bakımından merkezi önem taşıyan koşul şiddetin azaltılması ve Filistinlilerin siyasi reform yapmasının yanı sıra, Mayıs 2003'e dek yeni yerleşimlerin inşa edilmesinin dondurulmasıydı.

Bush'un Yol Haritası, tıpkı Oslo gibi, İsrail'in yerleşim politikasını zerre kadar etkilemedi. İsrail'in canice Gazze Gettosu saldırısıyla, Bush'un yanılsaması, Ocak 2009'da göreve gelen Barack Obama'nın ayaklarına bir enkaz olarak dökülmüş oldu.

Bibi yerleşimleri artıracak

Gazze Gettosu saldırısının Hamas'ın Gazze'deki gücünün kırılamadığı hissiyatıyla birleşmesi, İsrail halkı arasındaki sağcılaşma sürecinin daha da hızlanmasına katkıda bulundu ve bunun etkisi, son parlamento seçimlerinin afallatıcı sonuçlarında görüldü. Şu an Oslo'yu çöpe atmak ve yerleşimleri artırmak için elinden geleni yapmış olan eski başbakan Binyamin Netanyahu büyük olasılıkla iktidara dönecek gibi görünüyor ve bu kez yanında dışişleri bakanı olarak neo-faşist Avigdor Lieberman olacak. Yani Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki yerleşimlerin sürmesini ve muhtemelen de artmasını bekleyebiliriz. Zaten Netanyahu da seçim kampanyası konuşmalarından birinde, Olmert'in yerleşimleri boşaltmak gibi boş taahhütleriyle bağlı olmayacağını ve gelecekteki olası barış görüşmelerinin toprak tavizini içermeyeceğini, bunun yerine ekonomik kalkınma yoluyla 'ekonomik barışa' ulaşmayı (ne demekse artık) amaçlayacağını söyledi.

Peki Obama yönetiminin bugüne kadar tepkisi ne oldu? Bulabildiğim en kritik yorum, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın Kudüs'teki konuşmasındaydı: Yerleşimlerin genişletilmesi planına ilk paragrafta yer veren Clinton, bunun 'yararlı olmayacağını' söylüyordu. Bir tek şey kesin: İsrailliler sahada daha fazla olgu yaratırken, uyuşturucu barış vizyonlarıyla daha çok uyutulacağımızdan emin olabiliriz. (Pentagon'un eski askeri araştırmacılarından, 10 Mart 2009)

Kaynak: Radikal