Barış süreci liderler sayesinde değil, onlara rağmen başlıyor

İsrail-Suriye barış sürecini yanılsama gibi görenler, liderlerin yetersizliğinden dem vuruyor. Erdoğan, Esad ve Olmert süreci gerçekten de iç zorluklar yüzünden başlatmış olabilir, fakat yapılacak en iyi şey onları işi bitirmeye zorlamak

Barış sürecini, özelde de Suriyelilerle yürütülen süreci 'beceriksizce' diye yaftalayıp reddetmek için sergilenen çabada yine de cesaret verici bir şeyler var. Reddiyecilere göre sürecin somutlaşması hayal gücümüzün bir yanılsaması, zira liderler yetersiz. Cesaret verici noktaysa, ülkenin varlığına dair en önemli unsurun üstesinden gelmek zorunda olan liderliğin acınacak halinin idraki. Yani bir dahaki sefere barış istediğimizde, daha ileri teknik donanıma sahip bir lider seçecek kadar akıllı olacağız. Bu arada savaş söz konusu olunca bu kadar yüksek niteliklere ihtiyacımız yok. Bizim bakışımıza göre her ortalama lider savaş çıkarabilir.

Sadece muazzam karizma ve derin öngörü sahibi süperliderler barış yapmaya muktedir olduğu için, İsrail Başbakanı Olmert, Suriye Devlet Başkanı Esad ve Türkiye Başbakanı
Erdoğan 'diskalifiye' oluyor. Olmert'in bir soruşturmalar denizinde boğuluyor olması başka söze hacet bırakmıyor. Esad Lübnan'ı kaybetti, kendisini İran'la sağlıksız bir ilişkiye esir etti, Suriye'yi ABD'den kopardı ve neredeyse tüm Arap ülkeleriyle kavgalı hale gelmeyi becerdi. Erdoğan'sa fazla asabi ve boşboğaz; bu huyu kendisinin ve partisinin yok olmasına yol açabilir, zira başörtüsü yasağını kaldırdığı gerekçesiyle mahkeme kapılarına düştü. Her biri kendisini şu an bulunduğu noktaya getirebilmek için ciddi ölçüde aptallık yatırımı yaptı ve üçü de 'barış numarası'ndan sonra ortadan kaybolan sirk
sihirbazlarını andırıyor. Akıllılara göre şu an olsa olsa bir halkla ilişkiler numarasıyla karşı karşıyayız ve bu tür numaralarla başa çıkmak söz konusu olduğunda kaçın kurrasıyız.
Fakat şu an barışın numaradan ibaret olduğunu öne süren bu iyi sınanmış, rutin denklemdeki en önemli unsurun üzerinden atlanıyor.
İster Filistinlilerle isterse Suriyelilerle olsun, süreç
liderler sayesinde değil, onlara rağmen ortaya çıktı. İntifada Oslo Anlaşmaları'na yol
açmıştı. Gazze'den çekilme devasa bir adım gibi görülüyordu ama ordunun yarısının 7 bin yerleşimciyi koruduğu dayanılmaz koşulların sonucunda ortaya çıktı. Olmert ve
Filistin Yönetimi Başkanı Abbas arasındaki müzakereler de ikinci intifadanın sonucuydu, keza Hamas'la müzakereler de.
Tarafların kendi zor koşulları nedeniyle konuştuğu 'kabul ediliyorsa', süreçlerin sonuç vermesine yol açabilen tam da bu koşullardır. Bu düşüncenin temelinde numaranın da kendine ait bir hayatı vardır. Buna göre liderler zorlu koşullardan çıkabilmek için barışa sarılıyor. Olmert dokunulmaz olmak, Esad yeni Arap kahramanı olmak istiyor. Erdoğan'ın laik Türklere, ülkeye daha önce kimsenin başaramadığı bölgesel bir güç kazandırabileceğini kanıtlaması gerek. Zamanla bu zorlukların yeni adımların esas nedeni olduğu görülebilir ve çeşitli stratejik sonuçlar da doğurabilir. Bunlardan biri tanımların değişmesi. Sözgelimi şu bıkkınlık veren 'savaş son çaredir' lafı yerine barışın, (liderlerin kişisel düzeyinde ve ulusal düzeyde) alternatifi bulunmayan sonuç olduğu söylemini benimseyecek yeni bir bakış ortaya konabilir. Kendi yarattıkları bataklıklarda debelenen zayıf liderler olan Olmert veya Esad'ın barış yapma kabiliyetlerine dair kuşku yaratmaya ihtiyacı yok.
Bunlar tam da, savaşa (çılgınlık diye okuyunuz) girme isteğini, içinde bulundukları zorluklara bağlamakta beis görmediğimiz liderler. Bizi yaklaşan savaşın gerektiğine ve başka seçenek olmadığına ikna edebilecek adamlar. Şans o ki, farklı
konumdalar. Zorlukları nedeniyle barıştan veya müzakereden dem vuruyorlar. Yapılacak en iyi şey onları kendi numaralarına itaat edip işi bitirmeye mecbur bırakmak. Bunu yapabilirler. Kaybedecek hiçbir şeyleri yok.

Kaynak: Radikal