İsrail barış kampı ölmedi. Hiçbir zaman doğmamıştı ki ölsün. 1967 yazından beri işgale karşı çalışan, tanınmaya değer, çeşitli radikal ve cesur siyasi gruplar var olmuştur ama büyük ve nüfuzlu bir barış kampı asla var olmamıştır.
Doğrudur, Yom Kippur (1973) Savaşından sonra, I. Lübnan Savaşı’ndan sonra ve Oslo’nun baş döndürücü günlerinden sonra (ah, ne baş döndürücü günlerdi onlar), genelde havalar güzelken ve gösterilerde en güzel İsrail müzikleri çalarken, vatandaşlar sokaklara dökülürlerdi. Ama çok az insan azim ve yürekliliği yansıtan şeyler söyledi ve eylemleri yüzünden halen çok az kişi bedel ödemeye razı. Başbakan İzak Rabin suikastinden sonra insanlar meydanlarda kandiller yaktılar, Aviv Geffen şarkıları söylediler fakat bu, barış kampı denilecek şey değildi şüphesiz.
Doğrudur, Maztpen hareketinin Altı Gün Savaş’ından sonra savunduğu duruş artık İsrail’de aşağı yukarı ulusal fikir birliği haline geldi ama laftan ibaret ve içerikten yoksun. Eyleme dökmek için ciddi hiçbir şey yapılmış değil. Arka bahçesinde böylesine uzatmalı ve zâlim bir işgalin yaşandığı, hükümeti korku, tehdit ve şiddet diliyle konuşan demokratik bir toplumdan çok daha fazla şey yapması beklenirdi halbuki.
Kendi adlarına korkunç adaletsizliklerin yapıldığı toplumlar vardı geçmişte fakat onların arasında hiç değilse bazıları vardı, ki şahsi risk üstlenmeyi ve yüreklilik gerektiren sahih, kızgın ve azimli sol protesto gösterileri düzenleniyordu, sıcak fikir birliği dâhilinde eylemde bulunmakla da sınırlı değildi.
İçi boş nümayişler ve düşük katılımlı protesto gösterileri hâriç şehir meydanı yıllardan beri boş olan işgalci bir toplum, mesuliyetten kaçamaz. Ne demokrasi ne de barış kampı kaçamaz.
Eğer insanlar Gazze’deki Kurşun Dökme Operasyonu sırasında caddeleri doldurmadılarsa o halde sahih bir barış kampı da yok demektir. Tehlikenin pusuya yattığı, bir fırsatın heba edildiği, demokrasinin her gün darbe üstüne darbe aldığı ve demokrasiyi savunmak için artık yeterli kaynağın olmadığı bir zamanda, sağcıların siyasi haritayı kontrol ettiği ve yerleşimcilerin çok daha fazla güç topladığı bir zamanda insanlar bugün caddelere akmıyorsa o halde sahih solcular yok demektir.
Solun acıklı durumunu ispatlamak için Meretz Partisi’nin geleceği üzerinde yapılan tartışma gibisi yoktur. Geçen hafta bu partinin son seçimlerde gösterdiği zayıflık hakkında (zayıflığı çok şey söylemektedir) yayınlanan tuhaf ve gülünç bir raporun ardından başladı bu tartışma. Meretz gözden kayboldu çünkü sessizdi. Keşfetmek için komisyon kurmanıza gerek yok. Fakat Meretz nispeten daha iyi günlerinde bile gerçek bir barış kampı değildi. Meretz Oslo’yu alkışlarken, teşvikçilerine Nobel Barış Ödülü, evet barış ödülü bahşeden “büyük atılımların” yaşandığı süreçte, “tarihi” barış anlaşması savunucularının tek bir yerleşim birimini bile boşaltma niyetinde olmadıklarını göz ardı etti. Bu kamp, İsrail’in anlaşmaları ihlaline, yarattığı barış yanılsamalarına da göz yumdu.
Ancak her şeyden öte, problemin kökeni solun tarihi anlamıyla Siyonizme karşı duyduğu imkansız bağlılıktır. Aynı anda hem demokratik hem deYahudi bir devlet olunamaz, evvela neyin neyden önce geldiğini târif edilmelidir – devleti kuran ama devletin seyrini de tâyin eden eski moda Siyonizme bağlı bir sol kanat olamaz. Bu göz boyayıcı sol kanat 1967’de değil 1948’de ortaya çıkan Filistin problemini hiçbir zaman anlamaya çalışmadı, başlangıçta yapılan adaletsizlikleri göz ardı edip dururken çözülemeyeceğini asla anlamadı. 1948’in üstesinden gelmeye cüret edemeyen bir sol, sahih bir sol değildir.
Göz boyayıcı sol en önemli noktayı asla anlamadı: Filistinliler nezdinde mülteci problemine çözüm bulunması, hiç değilse sembolik sayıda bazı mültecilerin dönmesi ve yanı sıra 1967 sınırlarına rıza göstermek, ıstırap verici tavizlerdir. Bunlar tek uzlaşma yolunu da temsil etmektedir, ki onlar olmaksızın barış tesis edilmeyecektir. Fırsatı heba ediyorlar diye Filistinlileri suçlamanın hiçbir anlamı yoktur. Böylesi bir öneri, Ehud Barak ve Ehud Olmert’in “şümullü” önerileri dâhil, hiçbir zaman Filistinlilere götürülmedi.
Meretz muhakkak ki örgütsel düzenlemeler bulacak ve yarım düzine yahut iyi günündeyse bir düzine üyesinin Knesset’e seçilmesini sağlayacaktır.
Çok da bir anlamı olmayacak ama. Hiç kimse onlardan fayda ummuyor, hiç kimse onları da dâhil etmeyi düşünmüyor ve nüfuz edemeyecek kadar zayıflar. Çocuğa gerçek ismiyle hitap edelim o halde: İsrail barış kampı henüz doğmamış bir bebektir.
Kaynak: Haaretz
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı