Büyük dünya bankalarının son dönemlerde yaşadığı sıkıntılar öylesine yüksek bir boyuta ulaştı ki, kesin olarak terk edilmiş olan, yararsız, miadı dolmuş olarak kabul edilen, ekonominin sözlüğünden tümüyle silinmiş olan 'devletleştirme' küllerinden yeniden doğdu.
Çoğu kez olduğu gibi, gerçeklik, ideolojik tartışmayı yine önceledi: Krizin başlangıcından beri devletler, tüm dünyada, bankaların rollerini yerine getirmelerini sağlamalarına olanak tanıyan güvence ve likidite dışında, 400 milyar dolar kadar bir meblağı sıkıntı yaşayan bankaların sermayelerine aktardılar. Büyük Britanya'da 7 Mart tarihinde Lloyds Banking Group'un denetimini ele alan Majesteleri'nin Hazinesi City'nin birçok büyük bankasının idare heyetinde etkin düzeyde varlıklarını sürdürmekte hatta bu heyetlerdeki çoğunluğu dahi oluşturabilmektedir. Amerikan yönetimi ise Wall Street'in devlerine yardım etmek ve bu tufandan kurtulmak için ayırdığı bütçenin % 40 ila % 60'ını aktardı.
Şimdiye kadar hangi banka zarar ediyorsa sadece o bankaya müdahale ediliyordu. Dexia dışında bankalarının güçlü yapısıyla bilinen Fransa'da bankalara müdahale yaşanmadı. Peki, neredeyse her hafta devasa kayıplara yeni kayıpların eklendiği bir ülkede ne yapmalı? Amerikan sigorta şirketi AIG'in yeni "deliği" işte tam da böylesi bir ortamda ortaya çıktı. Bazı iktisatçılara göre artık durum hakkında kuşku duymaya bile gerek yok: Bankaların kaydedilmiş toplam kayıpları, dünya ölçeğinde aktiflerinin toplamını aştı bile. Artık filli olarak sistem zarardadır diyebiliriz.
Artık birileri bir şekilde bunun bedelini ödemeli. Özel sermaye zarar edince geriye devletler kalıyor. Artık bankaların sermayelerine kamu fonlarının girmesi ivedi müdahalenin dayattığı birbirini izleyen üstünkörü onarımlar şeklinde süremeyecek olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Şimdi hedefleri belirgin bir biçimde çizilmiş olan gerçek bir stratejiyi oluşturmanın vaktidir: Krediyi desteklemek, ekonomik atılımı finanse etmek... Söz konusu denetimin ele alınış süreci, yeni bir iktidar paylaşımına, birilerinin ya da ötekilerinin davranışlarının moral değerler aşılanması ve kârların dağıtımını belirleyen kuralların oluşturmasına eşlik etmelidir.
Yukarıda tüm bu aktarılanlar, süreç içinde devlet tarafından alınmış hisselerin tekrar özel teşebbüse satılmasının koşullarını oluşturarak yapılmalıdır. Buna karşılık, özel yatırımcıları ikame eden kamu fonlarının da doğru dürüst bir şekilde fiyatlandırılması gerekmektedir. Eğer bu operasyonlar, gelecekteki kârların özelleştirilmesini beklerken kayıpların sosyalleşmesine indirgenecek olursa bu uygulama nedeniyle devletin "küçükler" yerine "büyüklerin" yardımına koşmayı tercih ettiği fikri etkisini sürdürecektir. Tehlike işte tam da buradadır.
Le Monde, başyazı, 10 Mart 2009
Kaynak: Zaman