Bana doğru soruyu sor

Doğu - Batı tartışması yeni haliyle alevleneceğe benziyor. Okumuşlarımızın, Peyami Safa'nın tabiriyle 'at sineği' gibi zihnini sürekli ısıran, ileri -geri tartışmasıyla sakız yapılan aslında bir medeniyet yüzleşmesidir.

Modern zamanların bu verimsiz tartışmasının Ortadoğu denklemindeki siyasal gelişmelere dini bir gölge düşmesiyle yeniden alevlenmesi kaçınılmazdı. Gelişmelere derinlikli, teorik bir bakış sunmak, gazeteci yüzeyselliğini aşmak iddiasındaki gazete yazarları, adeta medeniyet tarihini yeniden yazar gibi meseleye yaklaştılar. Sayıları çok olmasa da dikkate alınması gereken isimler arasında, İslam medeniyetinin modern batıya karşı bir cevap üretemediğini, ya geçmiş zamana takılıp kaldıklarını yahut İslam adına şiddet üretmekten başka bir şey sunmadığını ileri sürerek kestirip atanlar oldu. Muhafazakar kesimde de bu kadar keskin olmasa da eklektik bir dil hakim. Siyasi konjonktüre uygun olarak, bölgede din adına silaha sarılan gruplarla mesafe koyma adına İslam'ın ne kadar demokratik ve de çağdaş olduğuna dair hayli bayat argümanlar geliştiren akademisyen ve yazarlar bol miktarda var.

Doğrusu yaklaşık iki yüzyıldır süren Doğu - Batı tartışmasının temelinde bir medeniyet meselesinin yattığı, iki farklı medeniyet tasavvurunun çatıştığını teyit etmek gerekir. Teknolojiden gelişmişlik meselesine, siyasal modellerden hayat tarzına birbirinden hiç de bağımsız olmayan konular temelde bu tasavvurun yansımalarından ibaret. Düşünceden teknolojiye, insan tipinden ideolojilere kadar hayata ve insana dair bütüncül bir tasavvurdan söz ediyoruz.

Son bir haftada parça parça köşe yazılarına yansıyan tartışmaya Mustafa Kutlu, haklı bir yerden ve hissiyatını ortaya koyarak bir soru sormuş. Bana ne yapacağımı söyle! Müslüman aydınların sızlanmalarına isyan ederek, modernlik eleştirisinden komplo teorilerine uzanan farklı entelektüel sızlanma türlerini tek tek sıralamış. Öyle ya geçmişe takılıp kalanlar, batıcıların altın çağ nostaljisi dedikleri yahut Heidegger, Faucoult, İbn-i Arabi harmanlamasıyla uçuşa geçenler... Sonunda bana ne yapmam gerektiğini söyleyin diyor.

Elbette hiç kimsenin elinde maddeler halinde sıralanmış bir çözüm reçetesi yok. Ama hayat devam ediyor ve insanlar karşılaştıkları sorunlara çözüm isteyecekler.

Tam bu noktada bu sorunun nasıl cevaplanacağından çok, nasıl cevaplanmayacağının daha önemli olduğunu düşünüyorum.

Batının teknolojik gücüyle askeri alanda karşılaşarak bir şeylerin ters gitmeye başladığını keşfetmeye başlayalı beri Osmanlı aydınları bu duruma bir çıkış aradılar. Özellikle Osmanlı'nın son döneminde batıcı ve yerli /İslamcı aydınlar arası tartışmanın kalkış noktası kabaca 'nasıl kurtuluruz' sorusuna verilecek cevapla alakalıydı.

Osmanlı sonrası tüm İslam dünyasında olduğu gibi Cumhuriyet Türkiye'sinde de tezahürleri farklı olsa da tartışmanın temel ekseni değişmedi. Cumhuriyet Türkiye'si resmen tercihini yapmış, medeniyet değiştirmeye karar vermiş, zihniyetten siyasete her alanda batılı değerler benimsemişti. Müslüman aydınların derdi hem Batı ile hesaplaşma, hem içinde bulunulan ortamdan, Müslüman halkın kendi değerleriyle var olabilme şartlarını aramaya yönelik çabaydı.

Devralınan gelenekle fiili bağlar kopmuş, artık bu davayı, ulemadan, medreseden gelen temel İslami eğitimle mücehhez aydın ulema tiplerinden çok, laik eğitimden geçen aydınlar üstlenmişti. Donanım bakımından çapları tartışılabilir olsa da yüzleştikleri sorunlar ve göğüs germeye çalıştıkları tehlikeler çok daha ürkütücüydü. Üstelik İslam tarihinde ilk kez yaşanan bir altüst oluş içinde İslami bir düşünüş ve eylemliliği formüle etmek gibi bir arayış içindeydiler.

Bu süreçte aklımıza gelecek herkesin farklı meşrep, birikim ve söylemle benzer sorunlarla baş etmeye çalıştıkları görülür. Muhtemelen bir kısım fikirleri bugün saçma gelebilecek eklektikle bile olabilir... Bu gün o tartışmaları artık aştık diyebiliyorsak, bu biraz da o isimlerin, beğensek de beğenmesek de entelektüel arayışlarının bize mirasıdır.

Ve bu dönem aydınlarının, düşünürlerinin ortak özelliği, onları farklı kılan şey, ceplerinde hazır reçeteler sunmak yerine anlamlı sorular sormalarıdır. Birkaç yüzyılın biriken sorunlarına, üstelik yangından sonra küllerinden doğan bir nesilden, her derde deva olacak çareler beklenemezdi.

Bu neslin yaptığı ikinci önemli şey, ideal olanın çerçevesini çizme çabasıydı. İçini şimdilik dolduramasa da bir iddia sahibi olmaları... <<<DEVAMI>>>