TSK; halkın gözündeki ayrıcalıklı ve mümtaz konumunu, en fazla güvenilen devlet kurumu olma vasfını gün geçtikçe kaybediyor. Temmuz 2009 tarihinde ordu içinde darbe yapmak isteyen bir grubun var olduğunu düşünenlerin oranı % 48,3 iken; aradan geçen altı ay içinde bu oran artmış, % 55,1'e yükselmiştir. Kamuoyuna yansıyan "Balyoz darbe planı" ise halkın bu kaygısını adeta doğrulamıştır.
Kamuoyuna göre millete, TSK'ya göre muhayyel iç düşmanlara indirilecek "balyoza" dair belge ve iddiaların tartışıldığı bir ortamda Anayasa Mahkemesi askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasına olanak tanıyan yasayı oybirliği ile iptal etti. Kararlarının siyasi olduğu yönünde yaygın bir kanaat olan yüce mahkemenin bu kararı ister askerin imdadına yetişen siyasi bir karar isterse yargının bağımsızlığını ortaya koyan hukuki bir tavır olsun, hem TSK'yı hem de siyasi aktörleri bundan sonra zorlu bir süreç bekliyor. Gelişmeye ordu açısından bakıldığında, iptal kararı TSK'ya her ne kadar yargı erkini özerk şekilde yeniden kullanma olanağı sağlasa da, gerek askerî mahkemelerin gerekse komuta kademesinin bundan sonraki süreçte, hukuk dışı eylemler içinde oldukları iddiasıyla gündeme gelen subaylara karşı nasıl bir tavır takınacağı toplum tarafından dikkat ve kuşkuyla izlenecektir. Hatırlanacağı üzere, bazı subaylar darbe yanlısı ve hukuk dışı eylemlerde bulundukları iddiasıyla gündeme geldiklerinde, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, bu tür personeli orduda barındırmayacağını kararlı bir dille ifade etmişti. Bu aşamadan sonra hem Genelkurmay Başkanı'nın hem de askerî mahkemelerin, sivil yargı mercilerinin soruşturduğu veya yargıladığı askerî personelle ilgili olarak sergileyecekleri yaklaşım, TSK'nın hukuk ve demokrasi tavrını gerçek anlamda ortaya koyacaktır.
Cumhuriyet tarihi boyunca siyasetin buyurgan bir aktörü olarak kalan Türk ordusu, sivil yargının denetimine tabi olduğu kısa süre içinde tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar savunmacı ve sorgulanan bir konuma düştü. İptal kararı sayesinde TSK için yasal anlamda eskiye dönüş mümkün olsa da, kamuoyuna ve sivil yargıya intikal eden iddiaların bundan sonraki süreçte "şişeden çıkan cin" etkisi yapacağına hiç kuşku yoktur. Bu açıdan bakıldığında, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı TSK'nın hukuk ve demokrasi bağlamında sınanacağı bir sürece tekabül ederken; karardan sonra, sivil yargıya intikal etmiş mevcut soruşturma ve davaların kendilerine devrini talep eden askerî mahkemelerin alacağı kararlar Türkiye'de yargı bütünlüğünün bulunup bulunmadığı konusunda kamuoyuna net bir mesaj verecektir. Toplum, benzer şekilde TSK'nın bugüne değin sivil yargının denetiminden ve şeffaflıktan hangi kaygılarla kaçındığı hakkında da bir fikir sahibi olacaktır.
TSK, halkIN gözünde itibar kaybediyor
Aydınların en azından bir bölümü tarafından demokratik-hukuk devletinin yasa ve teamülleri ile bağdaşmayan bir dizi faaliyetin odağı olduğu gerekçesiyle sürekli eleştirilen TSK; halkın gözündeki ayrıcalıklı ve mümtaz konumunu, en fazla güvenilen devlet kurumu olma vasfını gün geçtikçe kaybediyor. Metropoll Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi bünyesinde, TSK ile ilgili olarak, "Balyoz darbe planı" daha kamuoyuna yansımadan yürütülen son kamuoyu araştırması, TSK'ya yönelik güven erozyonunun toplumsal katmanlarda artarak devam ettiğini ortaya koymaktadır. Temmuz 2009 tarihinde ordu içinde darbe yapmak isteyen bir grubun var olduğunu düşünenlerin oranı % 48,3 iken; aradan geçen altı ay içinde bu oran artmış, ordu içerisinde darbe yapmak isteyen bir grubun varlığına inananların oranı % 55,1'e yükselmiştir. Kamuoyuna yansıyan "Balyoz darbe planı" ise halkın bu kaygısını adeta doğrulamıştır. Kuşkusuz konuya ilişkin araştırmanın "Balyoz darbe planı"nın kamuoyuna yansımasından sonra yapılması durumunda; oldukça farklı, muhtemelen TSK aleyhine sonuçlar ortaya çıkacaktır. Ancak araştırma bulgularının halihazırda ortaya koyduğu kesin bir husus varsa, o da ordunun halk nezdinde demokratik bir imaja sahip olmamasıdır. TSK ile ilgili, 2009 yılı boyunca gündemde kalan iddia ve eleştirilerin halkın bakış açısını etkilediği bir gerçektir, ancak halkın TSK'ya yönelik güvenini aşındıran yegane etken bunlardan ibaret değildir. Aksine TSK'nın düşman algısı ile bu bağlamda geliştirdiği yanlış güvenlik stratejisi ve görev misyonu halkla arasındaki bağları kopartan esas önemli etkendir. Yeni bir yüzyılda, küresel ölçekli büyük değişimlerin eşliğinde dost-düşman korelasyonu yeniden kurgulanırken, Türk ordusu dış düşmanlarıyla barışmasına rağmen "iç düşmanlarıyla" barışamayan, dahası yeni iç düşmanlar üreten bir güvenlik gücü imajını yansıtıyor dünya kamuoyuna. TSK'nın ısrarla savunduğu bu stratejiyi ve görev misyonunu sorunlu yapan esas nedense bizzat bu stratejinin kendisi. TSK, 28 Şubat sürecinde sahneye koyduğu ve bugün hâlâ sürdürdüğü iç güvenlik stratejisine göre siyasal İslam ve onun kurumsal yapıları olarak gördüğü cemaatleri iç tehdidin ana eksenlerinden biri olarak belirledi. Aslına bakılırsa TSK tarafından üretilen bir strateji olmaktan çok, Pentagon ve ABD Dışişleri'nin küresel bağlamda güçlenen siyasal İslam'la mücadele etme ve Ortadoğu'ya yeni bir şekil vermeye yönelik olarak hazırladığı eylem planının Türkiye'ye uyarlanan bir kopyası niteliğinde olan bu strateji, yanlış bir düşman algısı üzerinde kurgulandığı gibi TSK'nın mesaisini gereksiz yere harcayan beyhude bir çabadan öteye gidemedi. Bu strateji bağlamında kapılarını başörtülü asker annelerine bile kapatan, irticai faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle yüzlerce genç ve yetenekli subayı ihraç eden, siyaset üstü ve dışı olmak yerine bir muhalefet partisi gibi hükümetin icraatlarına tavır alan, kamuoyunda savunmadan çok tehdit olarak algılanan açıklamaların altına imza atan TSK, istediği başarıyı elde edemezken; bu süreçte toplumun muhafazakâr kesimlerindeki desteğini de giderek artan oranda yitirme tehlikesiyle karşı karşıya geldi.
Genelkurmay "Balyoz" adlı darbe planlarının kamuoyundaki yankıları üzerine, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra yaptığı açıklamada kurumsal olarak kendini en fazla rahatsız eden gelişmenin 'Kozmik Oda'da yapılan incelemeler olduğunu açığa vurdu. Halbuki halk, Kozmik Oda'nın bir sivil hâkim tarafından aranması sırasında TSK komuta kademesinin ortaya koyduğu ölçülü tavrı olumlu bulmakta ve bunu ortaya koymaktadır. Bu husus, söz konusu araştırmanın bulgularına bariz bir şekilde yansırken; Özel Harp Dairesi olarak da bilinen Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı'ndaki aramaların hukuki olduğunu düşünenlerin oranı (% 50,1 BAKINIZ METROPOLL ARAŞTIRMA ), aramaları onaylamayanların oranından (% 39,8) daha yüksektir.
korumak mı, tehdit etmek mi?
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un sert açıklamaları ile gündeme geldiği 2009 yılı boyunca ordu ile ilgili olarak yaşanan tüm gelişme ve tartışmaların TSK ve Genelkurmay Başkanı'na duyulan güveni % 30 civarında olumsuz etkilediği, ancak % 10 civarında da olumlu etkilediği araştırma bulgularına yansırken; Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un özellikle Kozmik Oda'nın sivil bir hâkim tarafından aranması sırasında sert açıklamalardan kaçınması, "hukuka güven ve bağlılık" vurgusu yapması, halkın TSK'ya bakışını olumlu yönde etkilemiştir. Çünkü halkın TSK'ya duyduğu güven Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un yanına kuvvet komutanlarını da alarak yaptığı sert açıklamalara paralel olarak düşerken; hukuka bağlılık ve güvenin vurgulandığı ölçülü açıklamalara paralel olarak artmaktadır.
TSK'nın eğitim semineri olarak savunduğu, kamuoyunun ise darbe planı olarak eleştirdiği "Balyoz" başlıklı belgenin ordunun hem ülke içindeki hem de dünya kamuoyundaki algısını olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdır. Ordu sivil erkler, özellikle yürütme ve yargı karşısındaki güçlü özerk konumunu devam ettirdiği, hesap verebilirlik ve şeffaflık konusundaki olumsuz tavrını sürdürdüğü sürece; Türkiye'nin demokratik sistemini koruyan değil, onu tehdit eden bir imajla hafızalarda yer edecektir. Oysaki, ordu diğer demokratik ülkelerde olduğu gibi değişime direnen güçlerin değil, özgürlükleri garanti eden demokrasinin ve ulusal bağımsızlığın garantörü ve kolluk kuvveti olmak durumundadır.
Prof. Dr. Özer SENCAR Metropoll Stratejik ve Sos. Araş. Mrk.
Yrd. Doç. Dr. Ünal BİLİR Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Kaynak: Zaman