Bakalım, Başbakan Erdoğan bir istisna olabilecek mi?

Gazetemiz Milliyet'in geçen günkü manşetinde yer alan haber ilginç tartışmalara yol açabilir.

Belki de bu hayırlı olacak.

Çünkü, Türkiye'nin en büyük sorunu olan Kürt sorunu konusunda seksen küsur yıldır özellikle devlet tarafından yapılan yanlışlar daha iyi anlaşılabilecek.

Can Dündar'la Rıdvan Akar'ın altına imza attıkları gazetecilik olayı, 27 Mayıs'ın, 1960'taki askeri darbenin Kürtleri ve Kürt sorununu nasıl yok saydığını belgeliyor.

Darbe kabinesinin hazırlattığı rapor kararname haline getiriliyor ve daha sonra uygulanması için de 1961 yılı sonuna doğru İsmet İnönü'nün başkanlığındaki AP-CHP koalisyonuna gönderiliyor, altında bir kurmay albayın imzasıyla...

Ecevit, o tarihte Çalışma Bakanı.
Askeri darbenin Kürt raporunu masasında buluyor ve arşivine atıyor. Belge, 47 yıl sonra gün ışığına çıkarılmış durumda.*

Rapor, Kürtleri yok sayıyor.
Rapor, Kürt sorununu yok sayıyor.
Oysa, raporun kendisi tam tersine Türkiye'de Kürtlerin ve Kürt sorununun varlığını gözler önüne seriyor.

Rapor asimilasyon istiyor.
Yani Kürtlerin köklerinden koparılmasını, kimliklerinin, dillerinin inkâr edilmesini öngörüyor.

Rapordan anlaşılan o ki, Cumhuriyet'in kuruluşundan beri izlenmiş olan asimilasyon politikaları, 27 Mayıs darbecileri tarafından yetersiz bulunmuş...
Raporun bir başka çarpıcı yanı, 'tehcir'le, yani bütün Kürtlerin devlet zoruyla yerlerinden yurtlarından edilerek Güneydoğu'dan göç ettirilmeleriyle ilgili.

Şöyle diyor rapor:
"Bölgenin, kendilerini Kürt sananlar lehindeki nüfus strüktürünü Türk lehine çevirmek için, Karadeniz sahillerindeki fazla nüfusla, memleket dışından gelen Türkleri bu bölgeye yerleştirmek, bölgedeki kendilerini Kürt sananları bölge dışına hicrete teşvik ve bu hicreti finanse ederek, memleketin Türk çocuğu bulunan yerlerine iskân etmek..."

Devam ediyor:
"Türkiye'de kendilerini Kürt sananlar ile, İran ve Irak'taki Kürtlerin irtibatını kesme bakımından bölgeyi, kendilerini Kürt sananların çoğunluğunu dağıtmak üzere, sistemli bir şekilde bölecek iskân sahalarına ayırmak..."

Devam ediyor:
"Dünya entelektüel muhitine Türkiye'de bir Kürt meselesinin mevcut olmadığının anlatılması..."

Devam ediyor:
"Bir üniversiteye bağlı derhal bir Türkoloji Enstitüsü kurularak, kendini Kürt sananların menşelerinin Türk olduğunun ispat olunarak yayınlanması..."

Devam ediyor:
"Planlanan bölge okulları, köy okulları ve meslek okullarının faaliyete geçirilmesi... Kız ve erkek misyoner yetiştirilmesi ve bunun için hususi müessese kurulması... Bölge halkından kabiliyetli ve küçükten asimile edilen gençlere yüksek tahsil imkanları sağlanması..."
Daha fazla uzatmak yersiz.

İşte bu zihniyettir, Türkiye'de Kürt sorununu gitgide derinleştiren...
İşte bu zihniyettir, Türkiye'de PKK, terör ve şiddet sorununu doğuran ve azdıran...

İşte bu zihniyettir, Türkiye'de demokrasi ve hukuk devletinin tüm kural ve kurumlarıyla yerleşmesini geciktirdikçe geciktiren...

İşte bu zihniyettir, Türkiye'de aş ve iş sorununu çözmek için yatırıma gidebilecek fonları savaşa harcayan...

Bu zihniyet yeni değil.
Cumhuriyet'in başından beri var.
Ulus devlet yaratmak için Kürtleri yok sayan şoven 'Türk milliyetçiliği'nin ürünü bu zihniyet...
Bu zihniyet darbelerle beslendi.
12 Eylül'le 1980'lerde zirveye çıktı.

Bu zihniyeti şekillendiren devlet politikalarının asıl mimarı ise 'asker'dir. Askerin seksen küsur yıldır kendi tekeline almış olduğu Kürt sorunu konusunda sivil siyaset de askerle bazen gönüllü, bazen gönülsüz işbirliği yapmış ya da inisiyatif almaktan kaçınmıştır.

Bu konuda bugüne kadar rahmetli Bülent Ecevit dahil farklı davranan hiçbir Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı anımsamıyorum.

Bakalım, Başbakan Erdoğan adını tarihe nasıl yazdıracak, bir istisna oluşturabilecek mi?
———————————
*Bir bölümü Milliyet'te dizi olarak yayımlanmaya başlanan belgeler, Can Dündar'la Rıdvan Akar'ın bu yakınlarda İmge Yayınları'ndan çıkacak Ecevit ve Gizli Arşivi adını taşıyan kitapta yer alıyor.

h.cemal@milliyet.com.tr