Bağdat-Paris hattı

 

Geçen hafta Türkiye'nin dış ziyaret gündemi oldukça yoğundu. Başbakan Erdoğan önce Irak'a gitti, ardından Fransa'ya. Doğrusu bu iki ziyaretin zamanlaması pek uygun oldu. Irak'a giderken Ortadoğu'nun 'Batı' yüzü olan Türkiye, Fransa'da Avrupa'nın 'Doğu' bağı olduğunu sıcağı sıcağına gösterme imkánı buldu.

Irak gezisi, koşulları uzun zamandır hazırlanan, kavga ve mücadeleleri zaman içinde kısmen de olsa tüketilen bir sürecin sonunda gerçekleşti. Güvenlik, ekonomi ve enerji ana başlılarında özetlenebilecek ilişkilerin bu ziyaretle kalıcı aşamalara ulaşacağı söylenebilir. İki ülke arasındaki ilişkilerin neredeyse PKK tarafından belirlenmesine izin verilmeyeceği bir döneme girildiği anlaşılıyor. Bu çerçevede Türkiye, PKK ile bağlantılı olarak Kuzey Irak'ı dışlayıcı değil kapsayıcı bir politika izleyeceği garantisi verirken, Irak da bu konuda Kuzey Irak'ın kendi başına Türkiye ile düşmanlık politikası üretmeyeceğini teminat altına almış gibi. Gayet tabii, bu türden bir kurgunun garantörü olarak tarafların ABD isminde uzlaşmış oldukları da anlaşılıyor. Bundan sonrasına ilişkin Türkiye'nin Irak üzerindeki sorumluluğu artabilir. Zira bu ziyaret esas olarak Irak'ın yeni bir devlet olarak dünyaya, ama daha çok 'Batı' dünyasına siyasal açılımının Türkiye üzerinden olacağının göstergesi. Türkiye'nin benzer bir konumu Suriye için de geçerli. Dolayısıyla ortaya Irak, Suriye, belki Mısır, Ürdün ve İsrail ile ifade bulan bir eksen çıkıyor. Bu eksenin en fazla İran'ı rahatsız edeceği ortada.

Fransa gezisi de benzer biçimde uzun görüşmeler, hatta deyim yerindeyse itiş-kakışlarla şekillendi. Akdeniz için Birlik'in Türkiye-AB ilişkilerine alternatif olmaması için Fransa'nın geri adım attırılmasına çalışıldı. Sonunda Fransa geri adım attı ve Başbakan Erdoğan Paris'e gidebildi. Ziyaretin önemi, Türkiye'nin AB adayı olduğunun teyit edilmesinden öte, Akdeniz üzerinden Ortadoğu'ya açılmanın Türkiye'ye rağmen olamayacağının ortaya konmasıydı. Bu irade her AB üyesi devlet için aynı oranda ikna edici bulunmasa da, Ortadoğu ve Kuzey Afrika halkları açısından bu tür bir platformda Türkiye'nin bulunması bir teminat olarak görülüyor. AB'nin Akdeniz için Birlik yoluyla Ortadoğu'ya özgü anlaşmazlıklara müdahil olma amacı bulunduğu anlaşılıyor. Bununla birlikte Ortadoğu derken hangi ülke, toplum ve sorunların kastedildiği bilinemiyor. Bazıları, Akdeniz projesinin özellikle Türkiye içinde olduğuna göre Karadeniz-Akdeniz projesine dönüşmesini umuyor. Bu durumda Irak, Suriye, Mısır, Ürdün ve İsrail bir tarafta yer alırken içinde Rusya, Ukrayna ve hatta İran'ın bulunduğu bir başka tarafın var olduğu da ortaya çıkıyor. Birinci eksen yaşama geçer ve ikincisi işlevsel olmazsa, bu durumdan da en fazla İran'ın rahatsız olacağı söylenebilir.

İran'ın durumu bölge ülkeleri için olduğu kadar AB'nin de kaderinde etki doğuracak niteliğe sahip. İran'ın 'Batı' ile ilişkilerini normalleştirip normalleştirmeyeceği, 'Batı' derken farklı iki batı uygulamasına gidip gitmeyeceği son derece önemli. Tercihlerini kendi başına bağımsızca yapıp yapamayacağı bilinmiyorsa da, 'batı' konusundaki en ufacık olumlu adımını Türkiye üzerinden atacağı ileri sürülebilir. Dolayısıyla İran'ın sistem içine girmesi ile dışında kalması çizgisi Türkiye'den geçiyor denebilir. Bu konuda İran kadar Türkiye'nin tutumu da belirleyici, AB ile ABD'nin verecekleri ortak kararların Türkiye ve İran'ın tutumunu şekillendireceği biliniyor.

Türkiye'nin tutumu ise, Ortadoğu ve Avrupa dengelerinin tümü açısından önemli. Dolayısıyla bu iki ziyaret sadece tarih olarak birbirine eklemlenmedi, içerik olarak da birbirini tamamladı denebilir.

Kaynak: Star