Bağdaştıra bağdaştıra

Düşünme'nin sırf düşünme olmak itibariyle iki yönünün olduğu kesin: biri bütünden parçaya, diğeriyse parçadan bütüne. Nitekim Mantık İlmi'nde ilkine tümdengelim, ikincisine tümevarım deniyor.

Tekrarlarsam: kendisinden gelinecek veya kendisine varılacak bir tüm ve/veya bütün kavramına sahip olmadığım takdirde gerçek anlamıyla 'düşünme' fiilinden söz edemem.

Niçin gerçek anlamıyla?

Şunun için: Düşünmenin hareketi, nedensellik zemini üzerinde (başka bir deyişle: sebep-sonuç ilişkileri dolayımında) gerçekleşir.

Her sonuç bir bütün, her sebep bir parçadır. Bundan ötürüdür ki bütünden parçaya gitmek (tümdengelim), bir sonucun sebeplerini arayıp bulmaktan başka bir anlam ifade etmez.

***

'Sendika' artık Türkçe bir kelime. 'Senfoni' de öyle sayılır; 'sendrom' da...

Çünkü 'sendika'nın Türkçesi yok, 'senfoni'nin de. Nasıl olsun ki bizde bu kurumların kavramları olsa bile kendileri yok. Bu yüzden kendileri de, adları da tümüyle ithal.

Bir zamanlar 'sendrom'a —kelimenin kökanlamından hareketle— 'koşudaş' yakıştırıldıysa da bu karşılık hiç tutmadı; 'alâmet-i farika'nın ömrü uzun olmadı; 'belirti' ise yeterli bulunmadı. Fakat yine de 'sendrom' yerine 'semptom'un kullanılmasında sakınca görmeyenler var. (Yazar-çizer takımı hâlâ 'sendrom' ile 'semptom' arasında ayrım yapmaz, nasıl yapılacağını da bilmez. Tabiblerimiz de ilkini psikolojik, ikincisini fizyolojik belirtilere tahsis etmiş görünüyorlar.)

Bu kelimelerin hepsinde de ortak olan taraf: "syn-...; sym-..." önekleri. (ikincisi b, p, m harflerinden önce gelir.)

Bu öneklerin kökü Latince'ye, oradan da Yunanca'ya uzanıyor: "sun-...; sum-..." (sundikos/syndicus; sumphônia/symphonia; sumptôm/symptoma; sundromê/ syndrome)

Anlamı da: (bir şeyle) beraber, birlikte.

Bu listeye Türkçe'de yaygın olarak kullanılan "sempati, sempozyum, sembol, simetri" gibi kelimeler de eklenebilir. ('sinonim, sinopsis' gibi —diğerlerine nazaran daha dar alanlarda kullanılan— kelimeler eklenirse bu liste daha da uzar.)

***

Çocuklar muhataplarınca parçalarına ayırılabilecek bütünler kuramazlar; zihinlerinde belli belirsiz, müphem bütünlükler oluştururlar; çözülemez, çözümlenemez bütünlükler... illiyet bağlarından mahrum bütünler, bütünlükler...

İdeolojik bütünlükler de böyledir; çözümlenemezler, sökülüp yeniden kurulamazlar. Meselâ II. Abdulhamid'i ne Ulu Hakan, ne de Kızıl Sultan tasavvurundan hareketle anlayabilir veya yorumlayabilirim. Bu tasavvurlar, parçalarına ayrılamayacak denli müphem, gelişigüzel bir bütünlük oluşturduklarından çözümlenemezler. Çünkü karşıtlarını yadsırlar; dolayısıyla düşünmeye elvermezler.

Felsefede müphem bütünlükler oluşturmanın adına 'telifçilik' deniyor; Batı dillerinde 'senkretizm'. Yaygın anlamı, kabaca oradan buradan devşirme parçaları bir araya getirme, yani bir tür 'eklektisizm'. Oysa 'senkretizm'in psikolojide, bilhassa çocuk psikolojisindeki anlamı daha derin. (Meselâ bkz. Jean Piaget)

Senkretizm'in Latincesi syn-cretismus. Yunancası ise sugkrêtismos. Birleşme, birleştirme, bağdaştırma... çelişkiden rahatsız olmayan bir zihin yapısının marifeti... toplumsal yaşam böylesi bir bağdaştırmanın sonucu...

Çelişkiden uzak bir yaşam değil bu, bilâkis çelişkilerden oluşmuş, çelişkiye batmış bir yaşam... alışılan, alışıldıkça kabule mazhar olan bir yaşam...

Bütün sır, kelimenin önündeki ekte. Bütün sır bir ön-ekte.

Toplum, tek başına Ulu Hakan'ı veya Kızıl Sultan'ı benimsemekte güçlük çekiyorsa, "O hâlde ne ulu hakan, ne kızıl sultan!" demek cesaretini gösteremez; aksine "O hâlde hem ulu hakan, hem kızıl sultan!" deyip ikisini biraraya getirir; ve aralarında ne tezad, ne de tenakuz bulur. Doğal olan da budur.

Düşüncelerimiz bu denli doğal işte.

 

Kaynak: Yeni Şafak