Ya da herhangi bir komşunun, yeteri kadar yakın olabilecekken uzaklaşan komşunun görülmeyen, bilinmeyen, bir ekranın arkasında kaybolan gözleri… Komşular arasında pencereden pencereye bir sesle, bir sözle, bir bakış hatta tül perde kıpırdanışlarıyla sürdürülen iletişim yerini internet pencerelerine bırakmaya devam ediyor. Bitişik nizamla ya da karşı karşıya bulunan evler arasında mahremiyeti gözetecek şekilde kurulacak bir ilişki, pencereden pencereye sohbet, laf atma, seslenme, yardıma çağırma, bardak kaşık ölçüsüyle ödünç alınacak bir şeyler için seslenme bundan böyle kentsel dönüşüm projelerinin anmaya değer bulmadığı sokaklara özgü bir alışkanlık olarak mı kalacak…
İstanbul 2010 etkinlikleri kapsamında 2010 Eylülü içinde İstanbul Modern’de sergilenen Şehrin Gizli Dili Trienali’nden bende kalan en etkileyici eserlerden biri, sevgili Ayşe Taşkent’in PENCERELER/WİNDOWS 1.0 başlıklı çalışması oldu. Trienalin “iletişim ve/veya iletişimsizlik” teması üzerine yoğunlaşmasına karar verildiğinde Ayşe, projesinde tadilat sonrası atmaya kıyamadığı çatı arasında bekleyen çingene pembesi pencere kasalarını kullanmaya karar verdi. Mimari/mahalle dokusu geleneğimizde pencerenin komşuluk ilişkileri, mahalle kültürü ve dış dünya ile (sokakla, insanlarla, şehirle) iletişimin bir aracı olduğunu düşüncesinden yola çıkarak sergiye hazırladı pencere kasalarını.
Bir göz kırpması kadar iletişim, o kadarı da yeterdi, ama artık bakışların birbirine değmesine karşı başka türlü tasarlanıyor evler, ikâmet makinesi olarak. Kentsel dönüşüm projeleri, pencere temaslarını da en aza indirgeyecek projelerle, sıfır seviyesinde pürüz adına olabildiğince az göz ve ses temasını hedefliyor sanırsınız.
Komşuluk ilişkileri bir tarafa, ev içinde bile kuşaklar internet pencerelerinin dolayımını öne sürmeye başlıyor, zaman ve mekânla bağlı konularda. Delikanlı şimdi skype’ta konuşmaya daldı, genç kız facebook sayfalarında “toplumsal paylaşım”ını gerçekleştiriyor. Bu yeni “toplumsallaşma”, pencere perdesinin ya da panjurunun bazen günlerce kapalı tutulmasına sebep olan bir içe kapanışla güç kazanıyor.
Aydınlık penceresi de kifayet ederdi oysa bir umut kıvılcımını tutuşturmaya, yerli yerinde açık kalabilme ölçüsünden taviz vermeden… Nihayet o gün de geldi, taşındılar. Karşı pencerenin yirmi beş yılı bulan tanıdık sesleri yerini boş odalarda yankılanan emlakçılara ait anahtar ve ayak seslerine bıraktı. Yeni komşu pencereyi açacak mı, aspiratörle mi idare edecek? Yeni komşu perdeyi aralayıp da selam verecek mi sabah saatlerinde, günaydın komşu, sabah kahvesine gelir misin, tansiyonun fırlamıştı gece, şimdi nasılsın, diye soracak mı…
“Ne tarihten ders alıyor ülkemizin konut politikalarını yönlendiren kesim, ne de toplumun ihtiyaçlarını doğru okumayı önemsiyor. Güncel örneği TOKİ projeleri üzerinde somutlaştığı üzere, toplu konut projelerinde seslerin yalıtımına bakışların yalıtımı, mahremiyeti korumaktan çok iletişim olanaklarını engelleyecek bir şekilde katılıyor.
Geleneksel mimarinin de elbet kendine göre önlemleri vardı, bakışları eleyip süzme, koruma, uygun bir açıya sevketme hususunda. Mimarlık eğitimi aldığım yıllarda farklı derslerden hocaların her zaman vurguladığı bir ilkeydi bu: Pencere, mimara kolaylık sağlıyor diye rastgele bir kondurmayla komşu penceresine karşı olmasın. Modern mimari, dört duvar arasındaki mahremiyeti korumada kendince önlemler alıyor. Geleneksel mimarinin mahremiyeti korumaya özenli planları ise, cumbalarla kafeslerle destekleyerek yönlendiriyor komşu bakışlarını.
İki denetleme tarzı arasında nasıl bir fark var? Kanımca geleneksel mimari bakışları komşuluk ilişkilerini sürdürecek şekilde eleyip süzmenin önlemleri üzerine kafa yorularak biçimlenmiş. Modern mimari ise mahremiyeti komşu söyleşmelerini dikkate almadan, ailelerin ve bireylerin kendini yalıtma/kabuğuna çekilme ihtiyacına yoğunlaşacak şekilde korumaya çalışıyor. İlk denetim usulü iletişimi derinleştirmeye kapı aralarken, ikincisi aralık kapının göze görünmeyeceği planlara yoğunlaşıyor. Öte taraftan, postmodern mimarinin bu beton kabuklaşmaya cevabı bir dönemde şeffaf, cam duvarlı projelere kayacak şekilde uçlara savruldu.
Ses Sese Karşı” diyordu Aldous Huxley, neye inanacağı, nasıl yaşayacağı konusunda bocalayıp duran, değerleriyle birlikte umutlarını da yitirmiş orta ya da üst sınıf aydınlarını anlattığı romanında. Mimaride pencerenin biçimi ve duvardaki yeri hangi değişiklikleri gösterirse göstersin, edebiyatın, sanatın ve hayatın sesleri karşı pencerenin varlığı konusunda her zaman ısrarlı. “Karşı pencere”, muhtemel hikayelerin ve hayatın bizi yalıtılmaya zorlayan haklı sebepleri karşısında bile başka türlü bir açıklamanın mümkün olduğunu bildirmeye devam eden doğurgan metafor. Hem dışarıdadır hem de orada; bu açıdan kendi hayatımızla ilgili sorgulamaları üzerinden yürütebileceğimiz en yakın ve güçlü kaynak olmayı üstlenmeyi sürdürür, bazen çaresizce.
Duvardaki pencere iletişimi kısıtlayan bir açıklığa dönüşüyorsa bu bazen, görmeyi umursamaz olduğumuz sahneler yüzündendir. Ayşe Taşkent’in ifadesiyle: “Pencerede oturup dış dünyayı, sokağı izleyen, çocuklar, kadınlar ve yaşlıların ya da sevgilisinin bir kerelik yüzünü görmek için pencere kenarlarında hayatını geçiren insanların hikayeleri ile büyüdük. Pencerelerinden sokakta misket oynayan, ip atlayan çocukların izlendiği, yağmurların seyrine dalınan bir ülke burası. Camlarındaki buğulara şiirlerin yazıldığı hatta şehirlerarası yolculuklarda kenarında oturmanın bir ayrıcalık sayıldığı, karşıdan karşıya konuşmaların bir gelenek, bir ritüel addedildiği pencerelerin ülkesi. Fakat hepsinden öte pencerelerin diğer “pencereler” ile ya da pencereden bakan öznelerin diğer varlıkları ile kurdukları, samimi, gerçek, hayatın içinde, kokusu ve tadı olan ilişkilerdi.”
“Şimdi “hangi pencere” diye sormamız gerekiyor sanıyorum; soğuk , teknik ve hayatiyetten uzak windows mu?” şeklindeki sorusuyla meramını özetliyor Ayşe. Pencerenin mimaride kazandığı anlamdaki değişimle bakışların kazandığı içe dönükleşme arasında da bir koşutluk var sanki... Bir bakışın hiç göze görünmese dahi güveni bildirdiği, dayanışma ve paylaşmayla ilgili nice anlamlar yaydığı, “her bakanda ayrı bir hikaye kurduran” kaynak olmakta ısrar eden pencere, duvarda bir oyuk artık ya da dikkat çekici bir mimari figür.
Windows çerçevesinde ise komşu çok uzaklarda, klavye tuşuna tıklandığında ekranda belirerek sizi yapay toplumsallığınızın hararetli sohbetlerinde derinliği kuşkulu ilgisi ve metalik kelimeleriyle alıkoymaya çalışan mesafeli dost. Tolstoy soyut insan sevgisinden söz ediyordu ya… Komşuyu değil de uzaktaki türdeşini sevmenin yollarına açılan Hümanizm’in nihai tecessümü gibi, yeşil ışığıyla varlığını bildiren ya da kaybettiren sanal komşu...