Üniversite öğrenciliğimin ilk yıllarında bir elimde t cetveli olurdu, diğerinde Yeni Devir, Pakdil’in Edebiyat dergisi ve Yenigün’ün İslami Hareket dergilerinden oluşan bir tomar. Dergileri ve gazeteleri yol boyu okur ve genellikle dev-solcuların elinde bulunan fakülte binasına götürmemek için vapurda bırakırdım. İslami Hareket dergilerinin sayfalarını karıştıranlar, bu derginin o dönemde İslami bir duyarlılık zemininde yayınlanan siyasi dergilerden meseleleri derinleştirirken bir dil ve söylem kurma çabasıyla ayrıldığını göreceklerdir. Cemil Meriç”in ifadesiyle “göller bölgesinde ada” olmayı getiren, bu nedenle de statükonun gözüne batan niteliklerin bir bedeli var. Giderek daha fazla dikkat çekiyor Sedat, konuşmaları, yazıları, organik ilişkileri ve İslami Hareket dergisiyle. Alışılagelmiş siyasal yapılar içinde sönümlenen İslami duyarlığın kendi zemininde varlık geliştirmesi için çareler, çözüm yolları arıyor. Ailesi ve yakın çevresini endişelendiren tehditlere açılıyor, yayılan ünü. Öyle ki bir gece rüyasında Ayşe onun şehit olacağının haberini alıyor.
İşlerini kolaylaştırmak için aldığı daktiloyu kullanma fırsatı bulamayacak kadar süratleniyor zaman Sedat için, çoklarına aşikar gözüken sona doğru…
Bu noktada Yenigün çiftinin yolları Ali ve Puran Şeriati ile buluşuyor ya… Ömrü vefa etseydi Sedat Yenigün’ün Şeriati üslubunda fildişi kule yaşantısıyla yetinmeyen bir fikir üretimi gerçekleştireceği görüşü açıklık kazanıyor zihnimde, siyasal ilimler alanında akademik kariyerini sürdüren oğlu Halil İbrahim’le konuşurken.
Şehit olmadan önce evlerinde Puran Şeriati’yi misafir etmeye hazırlanıyorlar, üstelik. Şeriati’nin eşi gelecekmiş, bizim evde misafir edelim Ayşe, diyor Sedat, menfi bir karşılık almayacağını bilmenin güveniyle. Bu misafirlik ne yazık ki gerçekleşmeyecektir.
Şehadetten bir gün önce gecenin on birinde ulaşıyor haber Ayşe’ye. Evinde ağabeyi ve yengesiyledir o sırada. Sabah saatlerinde Yenigünler Ahmet Şişman ve eşi Fatma Hanım’la birlikte ideolojik sebeplerle diploma verilmeyen öğrenciler için Sedat’ın öğretmenlik yaptığı lisede eğitim görme ve mezun olma imkânını araştıran bir okul ziyareti gerçekleştiriyorlar. Akşam üzeri Ayşe Hanım’ın ağabeyisi çocukları yakındaki luna parka götürüyor. Misafirler erkenden yatıyorlar, Sedat henüz ortalarda yok, bu çok olağan. Büyük oğlu Murat’ı uyutan Ayşe Halil İbrahim’le ilgilenirken kapı çalınıyor. Dayısının oğlu, Sedat’ın vurulduğu haberini getiriyor. Kim yaptı, diye soruyor Ayşe.
Bana anlatırken, “Sormamam gerekirdi, her işin haliki Allah. Ben bekliyordum zaten, rüyalarıma giriyordu, gafil bir şekilde o soruyu sordum” diye hatırlıyor o anları.
Sayısız rüya, tehdit, Sedat’la aralarında sürdürdükleri şehadet konulu söyleşiler nedeniyle Ayşe verilen haberi görece de olsa soğukkanlılıkla karşılıyor. İmanlı Adana kızı dava arkadaşı olarak ayrıca saygı duyduğu eşiyle birlikte bekledikleri şehadet karşısında metin olmaya çalışıyor. Duygularını bastırıyor, kendisine izahatlarda bulunuyor zaman içinde ve yaşadıklarını Allah’la sürdürdüğü konuşmalarının bir parçasına dönüştürüyor.
Fatih Camii için sıkıyönetim komutanlığı izin vermeyince, Topkapı civarındaki Gazi Ahmet Paşa Camii’nden kaldırılıyor cenaze. Defin için Ayşe Hanım Ümit Meriç’in kolunda yürüyor Silivrikapı Mezarlığı’na kadar. O tarihlerde İstanbul’a gelmesi beklenen bir şehit eşini, Puran Şeriati’yi evinde ağırlamaya hazırlanıyorken, kendisini şehit eşi olarak bulacaktır Ayşe Hanım.
İyi ki öğretmenlik gibi bir mesleği sürdürmekte ve iyi ki oğulları Murat’la Halil İbrahim vardır hayatında. Gazetelerde duyrulan bir bağış kampanyası çerçevesinde toplanan paralarla Fatih’te bir ev satın alınıyor şehitin ailesi için. Ertuğrul Düzdağ satın alınacak evi arayıp bulmakta ve satın alma işlemleri sırasındaki yardımlarıyla aile bireylerinin hafızasında yer ediniyor.
Gözler bir taraftan Ayşe Hanım’ı izliyor muhakkak ki, şehidin eşine yönelen bakışlar bir taraftan takdir hisleriyle doluyken, bazen de yargılama hakkından emin bir misyon kavrayışıyla acılaşıyor.
Bir kırgınlıkla başörtüsü yasaklarına karşı kendi kamusal alanını kurarak oraya çekiliyor Ayşe Hanım. 1982’de Cibali’den Zeytinburnu Otakçılar Lisesi’ne sürgünlüğü veya solcu öğretmen arkadaşının ihbar üzerine sivil polislerce Gayrettepe’ye götürülmeyi de içine alan bir başka kamusallaşmadır gerçekleşen. Müdür başörtülü olarak derslere girmesine izin vermek istemeyecektir. Şöyle bir şey de olur: Sedat’ın şehadeti üzerine lisedeki solcu öğretmenler, eşi ülkücüler tarafından öldürüldü diye ve zaten Ayşe apaçık her türlü zulme karşı çıktığını gösterdiğinden, ona saygı göstermeye başlıyorlar. “Kadın gerici merici ama öğrencilerini ne güzel yetiştiriyor” şeklinde sözler de ulaşıyor kulağına. Ağlayan sızlayan bir kadın değildir, dirayetli kişiliğiyle de ne merhamet ifadelerini kabul ediyor ne de bağımlılık talep eden himaye sunumlarını.
Yukarıda Puran Şeriati ile Ayşe Hanım’ın buluşmasının şehadet nedeniyle gerçekleşemediğine değindim. Buna karşılık şehitlik iki kadını buluşturan bir zemin olacaktır. Karizmatik düşünce ve eylem adamının eşi olarak Puran Şeriati, geçen yıllar içinde bazen özel hayatında yaşadığı zorlukları da açığa vuran kitaplar kaleme aldı. Puran Hanım üzerine yazdığım bir yazının sonlarında "Bir siyasal ütopyacı’nın eşi, siyasal ütopyacının ta kendisi değildir” diye bir cümle kullanmıştım. Bununla birlikte şehit dava adamının en yakınındaki kişinin tanıklığının bazen sislerle örtülerek algılardan uzaklaşan, bazen de kısmi anlatımlarla eksik bilindiğini hissettiren bir hayatın en önemli sayfalarının yerli yerinde kavranması bakımından değeri açık. Ayşe Yenigün’ün de hiç olmazsa bir kitapla verdiği hayat mücadelesinin düşündürücü safhalarını bizlerle paylaşmasını çok isterdim. Hatırlamaya ve hatırlatmaya yönelik üç bölümlük yazımın bu doğrultuda bir çabaya katkısı olmasını ümit ediyorum.