Avrupa bir kimlik krizinin, "öteki" korkusunun, yani Müslüman göçmenler ve Suriyeli mülteci seli sebebiyle doruk noktasına ulaşmış bir kimlik krizin tam ortasında.
Avrupa'daki çoğu ülke için, bu "öteki" eğilimi İslam tarafından demografik ve kültürel olarak kuşatılma korkusundan kaynaklanıyor. Nüfusu azalma eğiliminde olan bu ülkeler Müslümanların kendi vatandaşlarını yutacağı ve Batılı değerleri tahrif edeceği korkusu içindeler.
Bu korku Avrupa'nın gerilemesi ve Avrupai özgüvenin kaybıyla ilgili daha büyük kaygıları aksettiriyor. Öyle bir kaygı ki İmpartorluk Çağı Avrupası'nın o uygar özgüvenine ve kibrine tamamen zıt. Avrupa'da yaşam standardı halihazırda gerilemiş vaziyette. Avrupa Komisyonu'nun tahminlerine göre 2023'e kadar Avrupa'da yaşam standardı Amerika’dakinin ancak yüzde 60'na tekabül edecek. Kaldı ki Kıta bir yanda Yunan ekonomik kriziyle boğuşurken diğer yanda da Vladimir Putin'in Rusya’sıyla mücadele ediyor.
Ancak mülteci krizi daha somut bir tehdit, zira Avrupa ülkelerini her şehrinden kasabasına kadar etkisi altına alıyor. Yunanistan ve Ukrayna'daki buhranların aksine, mülteciler daha göz önünde ve etnik temelli kimliklere göre şekillenmiş olduklarından Avrupa ülkeleri için doğrudan doğruya bir problem teşkil ediyorlar.
Bu ani mülteci seli, ekonomik büyümedeki altın yılların mazide kaldığı, küreselleşmenin Avrupa'daki zenginliğin ve refah devleti anlayışının altını oyduğu bir zamanda ortaya çıktı. Din ve Kilise bir zamanlar olduğu gibi artık bir dayanak noktası değil. Avrupa Birliği ve onun Brüksel'deki teknokrat bürokrasisi ulusal bir tahakkümün ötesinde görünse de tüm üye devletlere bir mülteci kotası dayatma
uğraşında.
Walter Laqueur veya Alman Thilo Sarrazin gibi yazarlar halkçı sağ partilerle hemfikir oldukları kültürel korku üzerine vurgu yapıyorlar. Yani Müslüman göçmenler gelecek ve yaşlanan Avrupa toplumlarını yutacak korkusu...
Macaristan, Polonya, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti gibi Orta Avrupa ülkelerinin Hristiyanlar dışındaki mültecileri kabul etme hususundaki isteksizliği, hatta açıktan reddi, korkunun vardığı uçları gösteriyor. Yine de bu son mülteci dalgası "ötekilerin" Avrupa'ya dolmasında yeni bir merhale sadece.
Edward Said 1978'de Avrupalı emperyalist güçlerin maksatlı biçimde Batı'nın karşısına o gizemli ve çocuksu Doğu'yu yerleştirdiklerini, böylece uygarlaştırma görevlerinin bir parçası olan kolonyal hakimiyetlerini meşrulaştırdıklarını, bir nevi "Beyaz Adam'ın Yükü"nü omuzladıklarını söylemişti.
Mülteci krizinin başlamasının öncesinde bile, eski sömürgeci imparatorluklar, bilhassa Britanya ve Fransa, göçler yüzünden omuzlarındaki bu uygarlaştırma vazifesini kendi ülkelerine kaydırmışlardı. Avrupa'daki Müslüman nüfus 1990'da 30 milyonken 2010'da 44 milyona yükseldi. 2030'a kadar Müslümanların Avrupa nüfusunun yüzde 8'ni teşkil edecekleri tahmin ediliyor.
Avrupa ülkeleri kendilerini, kısmen seküler yönelişlerinden ötürü, mültecilerin ülkelerinden daha ilerlemeci olarak görmüştür. Kadın hakları ve insan haklarında İslam ülkelerinden daha ileri oldukları iddiasındadır. Batıda yaşayan Müslüman azınlıklardan Batı kültürüne entegre olmaları ve onun "uygar" değerlerini kabul etmeleri beklenir. Oysa birçok Batı memleketinde, bireycilik dinle yer değiştirmiştir.
Müslüman göçmenlerin çoğu sahip oldukları ananevi değerleriyle bu gibi modern kültürlerle zıtlaşarak bunları ahlaksızca ve düşmanca telakki etti ki bu da bir tür Batılı "öteki" meydana getirdi. Charlie Hebdo saldırıları, 2005'de Danimarka'da Hazreti Muhammed ile alakalı karikatürlerin yayınlanmasında olduğu gibi, bu kültürel üstünlük çatışmasının sonuçlarını temsil eden bir şeydi. İfade özgürlüğü adına İslami sembolleri açıkça aşağılayan bu her iki seküler kuruluş da dini gerici davranışlarına kalkan yaptıklarını öne sürdükleri insanlara karşı bir tür üstünlük anlayışı sergilemiş oluyorlardı.
Hem Batılılarca sahnelenmekte olan kültürel kibir hem de bunun sonucunda ortaya çıkan radikal Müslümanların misillemeleri, Müslümanlar ve şimdi içinde yaşadıkları Batılı toplumlar arasındaki kültürel çatlakları daha da derinleştirdi.
Bugün Müslüman mülteciler Avrupa'ya akın etmeye devam ediyor. Ekserisi Suriye'deki savaştan kurtulduğu için halinden memnun. Ama bu mutlulukları ne kadar sürecek ? Kendilerini himaye eden ama hala yabancı görünen toplumlara kendileri ne zaman yabancılaşmaya başlayacak ?
Avrupalıların "öteki" ile olan ilişkilerini yeniden tanımlamaları için önce kendilerini yeniden tanımlamaları gerekecek.
Kaynak: The Washington Post
Dünya Bülteni için çeviren: Mustafa Doğan