Dünya Bülteni/ Haber Merkezi
Her yaz, güney Avrupa’daki turistik mekanlar, dört gözle uçaklar dolusu Alman’ın tatil için gelmesini bekler. Ama bu sene Almanlarla ev sahipleri arasındaki buluşma biraz sıkıntılı oldu. Girit’in Knossos şehrinde tur rehberi Giorgios Papadopoulos, Minos medeniyetindeki anaerkil düzeni anlatırken Berlinli bir ziyaretçiye Alman maliye bakanıyla başbakan arasındaki ilişkiyi sordu: “Schäuble ve Merkel arasındaki ilişki ne durumda?” Temmuzda Yunanistan’la kurtarma planı konusunda yapılan çetin müzakereler sonrasında çoğu Avrupalı gibi tur rehberi de Avrupa Birliği’ne “hükümran olmaya” çalıştığını düşündüğü bir ülkede işlerin nasıl işlediğine merak sarmıştı.
Almanlar için iç politikalarına dışarıdan büyük merak duyulması yenidir ve bu durum onları rahatsız ediyor. Süper bir güç olarak Amerika ise dışarıdan meraklı gözlere alışıktır. Ama “Berlinology”ninyükselişi Almanları korkutuyor. Onların Avrupa’nın “lideri” (Almancada bu kelime Führer’dir) olma gibi bir arzuları yoktur. Almanlar, geçmişlerini göz önüne alarak hükmediyor görünmek istemiyorlar.
Ama genelde öyle yapıyorlar. 13 Temmuz’da yapılan zirvede Almanya liderliğindeki avro bölgesi ülkelerinin, daha kısa süre önce referandumda reddetmiş olmasına rağmen Yunanistan’ı üçüncü kurtarma paketi karşılığında daha sıkı reform ve daha çok tasarruf yapmaya zorlaması da bu konuda endişelere yol açtı.Maliye BakanıWolfgang Schäuble, Yunanistan’ın “geçici” olarak avrodan çıkarılmasını teklif etti. Başbakan Merkel de avro bölgesi kurallarının ihlali olacağını iddia ederek Yunanistan’ın borçlarının silinmesine karşı çıktı. Almanya bunlarla, görüşlerini zayıf üyelere kabul ettirmek için maddi gücünü kullanan bir ülke olarak görülüyor.
Buna hemen tepki gösterildi. Yorumcular Alman zorbalığından yakındılar. Sosyal medyada, #ThisIsACoup (Bu bir darbedir) ve #BoycottGermany (Almanya’yı boykot et) hashtag’ları yayılmaya başladı. Bazıları da yeniden “Dördüncü İmparatorluk” suçlamalarında bulundular. Alman düşünce kuruluşu Küresel Kamu Politikası Enstitüsü’nün (GPPi) yöneticisi Thorsten Benner, bunun “bir kamu diplomasisi felaketi” olduğu düşüncesinde. “Almanya avro bölgesinin sert, kalpsiz, teslim olmaları için küçük ülkelere zorbalık yapmaya hazır bir hakimi olarak görülüyor.
Benner’in endişeleri mübalağalı olabilir. Çünkü her yabancı Almanya’nın gücünden korkuyor değil. Bu konuda olumsuz görüşler, en keskin şekilde Anglo-Amerikan iktisatçılarının tuhaf ittifakı ve Yunanistan’da Syriza Partisi’ne sempati duyan solcular arasında görülüyor. Fransa, kemer sıkma politikaları konusunda şüpheleri olsa da, AB’nin “tandemi” olarak Almanya’nın yanındaki pozisyonunu sürdürmek istiyor. İspanyol ve Portekiz hükümetleri de kendilerini kurtaran kemer sıkma politikaları konusunda Almanya’nın tarafını tuttu. Kuzey ve doğu Avrupa ülkeleri de çoğu zaman Almanlardan daha fazla Alman’dır. Daha önce kendi bütçelerinde büyük kesintilere gitmek zorunda kalan Baltık ülkeleri, Slovakya ve Slovenya, Yunanların da aynısını yapmaları gerektiğini düşünüyor. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinden dolayı kendisini tehdit altında gören Polonya da sonunda Almanya’nın daha iddialı rol oynamasını kabul etti. Çoğu İngiliz de Merkel’in AB’de reforma gidilmesine katkı vermesini ümit ediyor. Sözün kısası, Avrupa’da Almanya olmadan hiçbir kriz çözülemez.
Buna rağmen Alman bakanlar, Almanya’nın hakimiyetiyle ilgili iddialara kafalarını şiddetle sallayarak karşılık veriyorlar. Bir yetkili, 1950’lerden beri “AB’deki tüm kurumların, hiçbir ülkenin egemenliğine girmeyecek şekilde tanzim edildiğini” belirterek kendilerini savundu. Almanlar Merkel’in sürekli diğer mevkidaşlarıyla uzlaşmak zorunda kaldığını müşahede ediyorlar. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın, anlaşmaya varabilmek için Almanya’nın Yunanistan’ın avrodan çıkarılması teklifine karşı çıktığı 13 Temmuz’da da bu görüldü. Almanların güçlü merkez bankasıBundesbank, Avrupa Merkez Bankası yönetim konseyinde avro bölgesinin diğer ülkeleri gibi tek bir oya sahiptir ve genelde arzularını kabul ettirmeyi başaramaz. Kendi vatandaşlarına göre ise Almanya eşitler arasında birincidir.
Çoğu Alman için bu durum aşinadır. Şimdi yaşananlar, tarihçi Ludwig Dehio’nun, ülkenin ilk kez 1871’de birleşmesinden sonra yaptığı tarifteki ikilemle aynıdır. O, “Almanya Avrupa’da güç dengesi kurulması için çok büyük, egemenlik kurmak için ise çok küçüktür. İradesini kıtaya empoze edecek kadar güçlü değil ama diğerleri tarafından tehlike olarak görülecek kadar da güçlüdür” diye yazmıştı. 1990’daki birleşmeden sonra da Alman tarihçiler bu durumun tekerrür edeceğinden duydukları endişeleri dile getirdiler.
Böyle olmadıysa bu, Başbakan Helmut Kohl yönetiminde Almanya’nın, ikinci dünya savaşından sonraki yeniden dirilişten bu yana kendisini halen “postnasyonel” toplum olarak addetmesindendi. Thomas Mann, 1953’teki ünlü konferansında bu durumu Alman gençlerinin ülkeye yönelik güvensizliği “Alman Avrupası için değil Avrupalı Almanya için çalışarak gidermeleri” gerektiğini savunarak ifade etti. 1980’lerde de zamanın Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher, (Batı) Almanya’nın AB dışında milli menfaatinin olmadığını savundu.
Filozof Jürgen Habermas, şimdi değişen şeyin, artık bu “postnasyonel zihniyetin” gitmiş olmasından endişe ediyor. O, temmuzdaki zirvede ülkenin, “Almanya’nın yarım asırda elde ettiği tüm siyasi sermayeyi bir gecede kaybettiği” düşüncesinde. Merkez solun çoğu Almanya’nın şimdi “postnasyonelist sonrası” dönemde olmasından korkuyor. 1998’den 2005’e kadar dışişleri bakanlığı yapan Joschka Fischer, “Artık Almanya diğer herkes gibi öncelikle kendi milli menfaatlerinin peşinden gidecektir” diye yakındı.
Merkez sağdaki çoğu Alman ise böyle bir realpolitiğe dönüşü reddediyor.
Bunlar, sadece umumi AB kurallarının uygulanmasında ısrar ettiklerini düşünüyorlar ve bunda hiçbir milliyetçi durum görmüyorlar. Aslında kurallar Almanya ve diğer ülkelerin egemenliklerinden daha fazla taviz vermelerini gerektiriyor. Yunanistan’da en çok nefret edilen Alman olan Schäuble, 1994’ten veri bazı üye ülkelerin federal bir “çekirdek grup” oluşturmaları gerektiğini savundu. O şimdi avro bölgesine ortak bir maliye bakanı atanmasını ve ortak bir bütçe verilmesini savunuyor.
Ama onun Hristiyan Demokratlar (CDU) kampındaki diğerleri, kendi menfaatlerinin daha net bir şekilde müdafaa edilmesini istiyor. Yunanistan için kurtarma paketleri her Bundestag’a gelişindepartide oylamada karşı oy verenlerin sayısı artıyor. Partideki her beş kişiden biri, temmuzda varılan uzlaşmanın aleyhine oy kullandı. Almanya’nın en büyük tabloid gazetesi Bild de geçmişteki suçlarını istismar ederek yabancıların kendilerine “şantaj yaptığını” belirtiyor ve sürekli Almanlardaki öfkeyi körüklüyor.
Almanya iradesini Avrupa’ya empoze etmiyor. Eğer bunu yapabilseydi muhtemelen Yunanistan bugün avro bölgesinin dışında olurdu. Mesele, Avrupa’nın bundan ne kadar mutlu olması gerektiğidir. Almanya eski ikilemine geri döndü: Egemen olmak için çok zayıf, dengede tutulmak için çok büyük. Hiçbir ülke çözüm empoze etmeyi düşünemez. Ama Avrupa, Almanya’nın da bunu yapmasına müsaade etmez. Bu da AB’nin -göçlerden İngiltere’nin birlikten çıkışını önlemeye ve avroyu tamire kadar- en büyük meselelerinden birinin çözümsüz kalmaya devam edeceği anlamına geliyor.
Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu