'Gerek anlaşmalar, tarih, kurumsal bağlantılar, güvenlik yönelimleri ve gerekse ideolojik ortam bakımlarından Türkiye bir Avrupa devletidir." Bu satırlar, Türkiye-AB ilişkileri hakkında umut verici analizler ortaya koyan Uluslararası Krizler Grubu'nun (International Crisis Group-ICG) 17 Ağustos tarihli raporunun sonuç kısmında yer alıyor.
Bir uluslararası kuruluş 'Türkiye, Avrupa devleti dedi' diye sevinmenin anlamı olmayabilir, ancak bu tür kuruluşların uluslararası kamuoyu oluşturma kapasitesi dikkate alındığında, raporun incelenmesinde yarar vardır.
ICP, merkezi Brüksel'de bulunan bir uluslararası sivil toplum kuruluşu. Washington, New York, Londra ve Moskova'da danışma ofisleri; Amman, Bişkek, Bogota, Kahire, Dakar, İslamabad, İstanbul, Cakarta, Nairobi, Priştina, Seul ve Tiflis'te bölge ofisleri bulunuyor, ayrıca 60 kadar ülkede temsilciliği var. Avusturya, Belçika, Kanada, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Finlandiya, Fransa, Japonya, Lüksemburg, Yeni Zelanda, Norveç, İsveç, İsviçre, Türkiye, İngiltere ve ABD hükümetleri ile 20 kadar NGO tarafından da destekleniyor. Kuruluşun raporları, ciddi çalışmalara ve tarafsız olmaya özen gösteren bir anlayışa dayandığından, genel olarak referans olarak kullanılıyor.
Başlığı 'Türkiye ve Avrupa: Gelecekteki Yol ya da Geleceğin Yolu' olarak çevrilebilecek ve ekler hariç 38 sayfalık rapor, esas olarak Türkiye-AB ilişkilerinin ivme kazanması için ne denli önemli gerekçeler bulunduğunu ve bu konuda adımlar atmak için zamanlamanın uygun olduğunu ifade etmeyi amaçlıyor denebilir. Bu haliyle rapor, bir yandan Türkiye-AB ilişkilerinde süreci yüreklendirecek az sayıdaki çalışmadan biri olarak önem kazanıyor diğer taraftan da "kimse Türkiye'yi Avrupa'da istemiyor" diyenlere durumun farklı olabileceğini gösteriyor.
Çalışmanın önemli bir bölümü, Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinin tarihsel dökümüne ayrılmış olsa da, esas olarak tarafların, ama özellikle Türkiye'nin günümüzdeki fotoğrafı çekiliyor. Bu çerçevede 2007 Parlamento seçimlerinden AB ile ilişkilerin geliştirilmesi ile bu yönde reformların yapılmasını savunan, hatta reformlarla tanınan AKP'nin zaferle çıkması yeni bir fırsat olarak değerlendiriliyor. AB'nin genişleme yorgunluğu ile yükselen yeni-milliyetçilik arasına sıkışmış olduğu, ancak siyasilerin ve diplomatların deneyim ve beklentilerine dayanarak yeni güven ortamları oluşturmalarının mümkün olduğu gerekçelendiriliyor. Zaten Türkiye'nin hemen yarın AB'ye girmesinin mümkün olmadığının belirtilmesiyle Avrupa kamuoylarındaki korku ortamına gerek bulunmadığı, zaman içinde de çok şeyin değişebileceği hatırlatılıyor. Bu uyarı, Türkiye karşıtlığını iç politika malzemesi olarak kullananlara yapılmış gibi görünüyor.
Türkiye'nin AB üyeliği yolunda geniş bir yelpaze içinde reformlarına devam etmesini gerekli gören rapor, aynı zamanda ve biçimde AB'nin de yapısal ve zihinsel bir reform ihtiyacı içinde bulunduğunun altını çiziyor. Türkiye'nin ekonomik performansı, stratejik özellikleri, güvenlik alanındaki katkıları ile dinsel-kültürel özellikleri tek tek ele alınıyor ve Türkiye bir köprüden çok merkez olarak algılanabilir deniyor. Bu anlayışa bağlı olarak, aslında AB'nin iyi komşuluk politikasının bir uzantısı olan "ayrıcalıklı ortaklık" önerisinin anlamlı olmadığı da ima ediliyor. Bununla birlikte, Türkiye'nin olumsuz olarak görülen özellikleri de ele alınıyor. Kürt sorunu, Kemalizm, yeni-milliyetçilik, radikal İslam, TSK konuları ile Ermeni meselesi, Kıbrıs sorunu ile AGSP-NATO ilişkilerindeki Türkiye yaklaşımlarındaki olumsuzluklar da ayrı ayrı belirtiliyor. Raporun en dikkat çekici yanı, Türkiye-AB ilişkilerinde AB'nin de ciddi sorumlulukları bulunduğunu hatırlatması ve bir dizi tavsiyede bulunması.
"Türkiye bir Avrupa devleti"
Rapor, ilk tavsiyeyi AB'ye yapıyor. AB'nin Türkiye ile daha fazla angajmana girmesi gerektiği, Türkiye'nin AB kurumlarına daha fazla dahil edilmesi ve AB normlarına karşı Türkiye'de güvenin artırılmasının önemi vurgulanıyor. Dinsel ve kültürel nedenlere dayalı sübjektif yargılardan kurtulma ve rasyonel koşulların dikkate alınması tavsiye ediliyor. Ayrıca, Kıbrıs konusunda AB'nin iki toplumlu-iki alanlı BM barış planını desteklemesi, adayı üye yaparak sorumluluk üstlendiği için de Kıbrıs Rum kesimini uzlaşmaya davet etmesi gerektiği belirtiliyor. AB üyesi devletlerin hükümetlerine yönelik tavsiyelerde de devletlerin Kuzey Kıbrıs ile çeşitli biçimlerde de olsa bağlantı kurmalarından söz ediliyor. Ayrıca, Türkiye ile ilişkilerin yakınlaştırılması sırasında, tüm AB devletlerinin aynı anda ve yoğunlukta tavır sergilemelerinin beklenemeyeceği, onun yerine İngiltere-İsveç ilişkilerinde olduğu gibi, ikili ilişkilerin öne çıkmasının mümkün olabileceği belirtiliyor. Bu yolla, Türkiye'nin üyeliğine sıcak bakan ülkelerin Avusturya ya da Fransa'nın peşine takılmaları gerekmediği söylenmiş oluyor. AB hükümetlerinin, Türkiye lehine kamuoyu oluşturanları desteklemesi, bu yoldaki çabaları yüreklendirmeleri, dolayısıyla toplumsal yakınlaşmalara olanak tanınması öneriliyor. Raporun AB'ye yönelik tavsiyeleri, Türkiye'nin AB'den neler isteyebileceği, ne tür destekler talep edebileceğinin çerçevesini oluşturabilir. Ama aynı biçimde raporun Türkiye'ye de tavsiyeleri var ve ilişkilerin geliştirilmesi için bunların da dikkate alınmasında yarar var.
Türkiye'nin AB müktesebatını, TCK 301. madde gibi kazalara yol açan koşullardan arındırılmış olarak benimsemesi, en önemli tavsiye olarak ele alınıyor. Gayrimüslim azınlık hakları ile diğer dinî azınlık hakları ve Kürt sorununa çözüm üretilmesi, ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması ve bir daha Nokta Dergisi'nin kapatılması türü olayların yaşanmaması, Kürtçe yayın yapılarak bu alandaki PKK avantajının yok edilmesi ile okul kitaplarından bütünleşme öngörülen toplumları düşman olarak gösteren ifadelerin kaldırılması, tavsiyeden çok zorunluluk olarak gösteriliyor. Ayrıca, AB lehine kamuoyu oluşturulmasına dikkat çekiliyor ve Kıbrıs konusunda ise sembolik de olsa asker sayısında indirim yapılması uygun olur deniyor. Yunanistan'a, Kıbrıs Rum toplumunun Türkiye'nin tam üyeliğini desteklemesi yolunda telkinde bulunması, bunun stratejik bir avantaj olduğunu anlatması tavsiye edilirken Kıbrıs Rum Yönetimi'nin de uzlaşmaz tutumunun değişmesi gerektiğine dikkat çekiliyor. Türk tarafı yokmuş gibi davranmanın krizlerin devamına yol açacağı belirtilen raporda, tarafların kendi aralarında ilişki kurmalarının da önemi üzerinde duruluyor. Gayet tabii, bu rapordan herkesin çıkaracağı dersler olmalı.
Kaynak: Zaman