Avrupa Yazarlar Parlamentosu'nun 'Onur Konuğu' Naipaul'u tanıyalım

 

Gazetelerden öğreniyoruz: 25-27 Kasım 2010 tarihleri arasında İstanbul'da 'Avrupa Yazarlar Parlamentosu' toplantısı yapılacak. 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın da desteklediği bu toplantının 'Onur Konukları' ise, 2001 Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan V.S. Naipaul ve Yaşar Kemal.

Bu toplantıyı düzenleyenler ve destekleyenler, herhalde 'Onur Konuğu' olarak davet edilen V.S. Naipaul'u tanımıyorlar. 'Ödül budalası' bir toplum olduğumuz için, Nobel Edebiyat Ödülü'nü almış olmasını, onun bizi 'onur'landırmaya yeteceğini düşünmek maluliyetine düşüyoruz. Peki, kim bu Naipaul? Bu yazının hiçbir etkisi olmayacağını bile bile, gene de 'onur konuğu'nun kimliğini ortaya koymanın, yazar sorumluluğumun bir gereği olduğunu düşünüyorum.V.S. Naipaul, tipik bir 'sömürge aydını'. Trinidad'a göç etmiş Hindistan kökenli bir ailenin çocuğu. Oxford'da okumuş bir İngiliz centilmeni. İngiltere Kraliçesi'nden soyluluk ünvanı almış; 'Sir' Vidiadhar' diye hitap ediliyor kendisine. ('Sir' ünvanını taşıyanlara, bu ünvanla birlikte, soyadlarıyla değil, adlarıyla hitap etmek kuraldır). Gelelim, Sir Vidiadhar'ın marifetlerine... Bu marifetleri sergileyenler çok: İsteyen, Edward Said'in Şarkiyatçılık'ına ve Kış Ruhu'na, Ziauddin Sardar ve Merryl Wyn Davies'in Distorted Imagination'una ve elbette Rana Kabbani'nin Avrupanın Doğu Söylenceleri adlı kitabına bakabilir... Daha başkaları da var. Gelgelelim, allahlık Türk medyası, sırf Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı diye göklere çıkardığı Sir Vidiadhar gibi bir 'ehl-i salibin utanmaz yüzü'nü tanımıyor! Ne hazin! Rana Kabbani, Naipaul'un 1990 yılında dört İslam ülkesine (İran, Pakistan, Malezya ve Endonezya'ya) yaptığı gezilere dair kitaplarından yola çıkarak bu Hintli İngiliz asilzadesinin (kraliçe, Naipaul'a, soyluluk ünvanını, bu gezilerden hemen sonra, 1991 yılında vermiştir!), Müslümanlara ilişkin gözlemlerini aktarmaktadır. Kabbani 'Naipaul'un İslami yolculuğunun, Tahran'a vardığında İranlı bir yorumcu olan Sadık'la karşılaştığında başladığını' bildirdikten sonra, Sadık'a karşı olan olumsuz değerlendirmelerine dikkati çeker ve şunları ilave eder: "Bu başlangıçtaki duygu, uzun yolculuğu sırasında anlatacağı diğer bütün tekil kişilerle olan karşılaşmasının genel rengini ortaya koyar; her defasında, bu ilkinde olduğu kadar düşmanca olmasa da, hoşgörüsü hep sınırlı kalır. Çoğu kez acır, karşı koyar ve her zaman küçümser (altını ben çizdim. H.Y.) Naipaul, yol boyunca Müslümanlarla gerçekleştirdiği konuşmaları öyle bir biçimde yeniden üretir ki, onların saf, saçma ve geri zekalı gibi görünmelerini sağlar (altını ben çizdim. H.Y.) Gerçekte, İslamiyet'i de, öfkeden köpürmüş bir yenilginin anlatımı olarak görür.' Naipaul, İslamiyet konusunda şunları yazar: 'İslamiyet, yalnızca zorluktan kaçıp sığınılan bir barınaktı (Müslümanlar için); yaratıcı değildi; hiçbir şeyi başaramıyordu; tıpkı bir parazit gibiydi' (altını ben çizdim. H.Y.)Müslümanlar, 'geri zekalı', 'yaratıcı olamayan', 'hiçbir şeyi başaramayan' bir güruh, Naipaul'a göre! Kabbani, devam ediyor, Trinidad'lı 'sömürge asilzadesi' Sir Vidiadhar'ı anlatmaya: 'Naipaul, İslamiyet'te yalnızca olumsuzluk görür: Bu din, bütünüyle yararsız bir coşku uyandıran bağnazlık dini'dir. (altını ben çizdim. H.Y.)Ama asıl üzerinde durulması gereken bir şey var: Rana Kabbani'nin bildirdiğine göre, Naipaul, müslümanlara ilişkin olarak, sadece bir defaya mahsus olmak üzere, 'iyi şeyler' söylemiştir: Pakistan'da dağlık bir bölgeyi gezerken rastladığı, koyunlarını güden Afgan göçebeleri hakkında! Kabbani diyor ki: (Naipaul) bu görüntü karşısında büyülenir. Doğu yazınından tanıdığı, hoşa giden bir Doğu görüntüsüyle karşılaşmıştır. Bu görüntünün (onun) üzerinde bıraktığı etki, kendi deyimi ile, 'insanın aklına, Kafkasları anlatan Tolstoy ve Lermontov'un öykülerini getirmekte'dir'.

Tarihin cilvesine bakın ki, Naipaul'u etkileyen Afgan göçebeleri, bugün onun 'ait olduğunu düşündüğü' bir medeniyetin acımasız saldırılarıyla yok ediliyorlar... Naipaul cenaplarına Nobel Edebiyat Ödülü, 'Bizi yok sayılmış tarihleri keşfetmeye zorlayan metinlerinde, gözlemciliğe dayalı anlatımını titiz bir işçilikle birleştirmedeki başarısı için verilmiş'miş! Bu 'başarı'yı ödüllendirmek için Taliban'ın İkiz Kuleler'i ve Pentagon'u vurması niye beklendi acaba?

Hadi, Nobel'i ve Naipaul'u yayınevine tavsiye ettiğini göğsünü gere gere açıklayan Orhan Pamuk'u bir yana bırakalım, Avrupa Yazarlar Parlamentosu'nun Türkiye temsilcileri ve bu oturumda konuşmayı kabul eden yazar dostlarımız, Müslümanları, bunca hakareti reva görerek aşağılayan bu adamla yan yana oturmayı nasıl içlerine sindirecekler?

Kaynak: Zaman