Avrupa Virüsü

İsviçre halkının -diğer Avrupa halkları gibi- ülkeye gelip yerleşen yabancılardan ve özellikle Müslüman topluluklardan pek hoşlanmadığı biliniyor; ama bu duygularının minarelere tahammülsüzlük derecesine varacağı doğrusu tahmin edilmiyordu.
Bu gerçek şimdi minare yapımı yasağını getiren referandumla açıkça ortaya çıktı.
Referandum sonucu, İsviçre halkının geniş bir kesiminin gözünde, "minare sorunu"nun, ayrımcılığın bir sembolü haline geldiğini gösteriyor.
Bu "sorunu" halkoyuna sunanlar, bunun "şehir planlaması" ile ilgili olduğunu istedikleri kadar iddia etsinler, referandum'da "evet" diyenlerin çoğu, herhalde bir caminin bulunduğu yerde bir de minarenin kurulmasının kentin mimari görüntüsünü bozacağı düşüncesiyle bu yasağı onaylamış değil.
Bu kampanyayı körükleyen partilerin pankartları ve sloganları, ayrıca sandığa "evet" pusulasını atanların çoğunun duyguları, olayın "siyasi" bir anlam taşıdığını ortaya koyuyor.
Gerçekte bu "evet" Müslüman topluluklara, onların inanç ve geleneklerine, kültür ve yaşam tarzlarına karşı duyulan tepkilerin bir tezahürüdür. Bu "evet" aynı zamanda aşırı milliyetçi ve ırkçı çevrelerin, yabancı veya "öteki" gözü ile baktıkları azınlıklara karşı duydukları öfkenin ve nefretin de bir göstergesidir.

Ezan, çan, hazan...
İsviçre gibi, kendi siyasi bünyesinde bir denge ve ahenk kurmayı başarmış olan, çok kültürlü bir ulus görünümünü veren, BM dahil, pek çok uluslararası kuruluşlara ev sahipliği yapan bir ülkenin, "minare krizi"ne yol açması bir paradoks olarak göze batıyor.
İddia edildiği gibi, konu şehir planlamasıyla ilgili olsa bile, kilisenin yanındaki çan kulesi gibi, bir caminin yanında bir minarenin yer alması, o bütünlüğü tamamlayan ve zenginleştiren bir görüntü, yani ayrı bir güzellik vermez mi?
Türkiye böyle görüntülerden gurur duyan ve buna örnek gösterilen bir ülke. Bunun en simgesel görüntüsü de Ortaköy'de caminin, kilisenin ve sinagogun birbirine yakın yer aldıkları bölgenin fotoğrafıdır. Bu zenginlik de "ezan, çan, hazan" cümlesiyle yansıtılmaktadır.
Cenevre'de veya Zürih'te böyle bir görüntü, İsviçre'deki çeşitliliği ve hoşgörüyü daha iyi canlandırmaz mı?
Ama ne yazık ki, İsviçre'de siyasilerin ve halkın bir kesimi, Fransız "Liberation" gazetesinin kullandığı deyimle "Avrupa virüsü"ne yakalanmıştır. Bu, ayrımcılık, tahammülsüzlük, yabancı düşmanlığı, İslam fobisi, popülizm virüsüdür.

Fransa'dan Danimarka'ya
Gerçekten bu virüs, Fransa'dan Danimarka'ya, Avusturya'dan Hollanda'ya kadar çağdaş ve demokratik olarak bilinen pek çok Avrupa ülkesine yayılmış durumda. Aşırı sağcı partiler bu duyguları körükledikçe, halklar çeşitli vesilelerle (bazen şiddet eylemleriyle) öfke ve nefretlerini kusuyorlar. Sonuçta bu ülkelerde yaşayan Müslüman topluluklarda radikal dinci hareketler de güçleniyor, kutuplaşma derinleşiyor.
Şimdi bu referandumla İsviçre de entegrasyon sürecini zorlaştıracak olan böyle bir radikalizasyonun yolunu açıyor.
İsviçre'de yerleşik sistem, referandumdan vazgeçirmeye izin vermez. Ama referandum sonucunun zararlı olacağı hallerde uygulamaya konmasının önüne geçmek de hükümetin, siyasetçilerin, aklı başında kurum ve kişilerin elindedir. Bu utandırıcı sonuçtan rahatsız olduklarını beyan eden yöneticiler, şimdi doğru olanı yapma sorumluluğunu taşıyorlar.

Kaynak: Milliyet