AB üyeliği umudu olmaksızın Türkiye değişim yönünde daha çok heves göstermeyecek. Türkiye Tahran, Bağdat ve olası karmaşadan uzakta değil; gelişen milliyetçilik ve AB'yle bağın kopması da ülkeyi kırılgan hale getiriyor. AB ikiyüzlülüğü bırakıp Türkiye'nin üyeliğini kabul etmeli
Türkiye başbakanı içe dokunan, küçümseyici bir soru soruyor: "Daha kaç tane Fransa var?" Basitçe yorumlamak gerekirse bu soruyu, başbakan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'den rahatsız, Brüksel'in oyalamalarından, 40 yıllık diplomatik çabanın heba olup gitmesinden rahatsız ve daha derinde de, ülkesinin geleceğinden kaygılı.
Bu sorunun üzerinde, başbakanın başa çıkmaya çalıştığı iki Türkiye'nin gölgesi de var elbette: Boğaz'ın iki yanındaki Avrupalı Türkiye ve Küçük Asya; 1.5 milyonluk gösterilerle meydanları dolduran laik Türkiye ve türbanla caminin hâkimiyetindeki Müslüman Türkiye; günbegün büyüyen 17.5 milyonluk bir metropol, kozmopolit İstanbul ve bir sonraki sert kışa hazırlanmak için evinde patates depolamayı sürdüren taşralıların Anadolu'su; seçilmiş siyasetçilerin yönettiği demokratik Türkiye ve genelkurmay başkanının örtülü bir tehdidinin sadece bir telefon kadar yakın olduğu militer Türkiye. Bu yüzden Recep Tayyip Erdoğan, yani gayet laik bir rotada ilerleyen bu Müslüman başbakan, saldırıyı savunmaların en iyisiyle göğüslemek zorunda.
'Özgürlük dışlamaz'
Muhtemelen Tayyip Erdoğan'ın başı, daha Fransız seçimlerinden önce derde girmeye başlamıştı. 2014 civarında gerçeleşecek bir AB üyeliği uzak hayal haline gelmişti. Lefkoşa'nın tahrip edici ayak oyunları yüzünden Kıbrıs sorunu nihai bir çözümden ziyade, netameli bir krize doğru ilerliyordu. Irak Bush yönetiminin Türkiye'nin AB üyeliğine hararetli desteğini müspet değil menfi yönde etkilemişti. Britanya da dahil olmak üzere başta fazlasıyla dostane görünen ülkeler lafı döndürüp dolaştırmaya koyulmuştu.
Şimdi 75 milyon Türk de, Polonyalılar, Letonyalılar, Estonyalılar, Rumenler, Bulgarlarla birlikte tabloid gazetelerin 'göçmen alarm listeleri'ne mi girdi?
ürkiye 11 Eylül sonrasında tahayyül edilebilecek en büyük İslam menşeili Truva atı mıydı? Yaşlı Avrupa söz vermiş ve iyi niyetli biçimde üyelik müzakerelerine başlamış olabilirdi, fakat daha da yaşlı Avrupa da sözünden nasıl döneceğini biliyordu. Yani Paris'teki değişimler ne yönde olursa olsun, ani bir rota değişikliği yoktu ortada, her şey aslında gayet lakayt bir şekilde ilerledi.
Peki çok mu önemli? Aylardır apaçık ortada duran bir şeyden kim o denli üzüntü duyabilir ve bütün bu olan bitenler AB zirvelerinde nasıl hâlâ resmen reddedilebilir? Türkiye'yi, dışarıda durup pencereden bakan biri gibi bırakmanın cezası kime kesilecek?
Fakat kendimizi kandırmayalım. Ankara'yı çıkmazdaki kulübümüze buyur etmenin sebepleri, bugün hiç olmadığı kadar güçlü. Tayyip Erdoğan, 'medeniyetler ittifakı' dediğinde ve 'özgürlük dışlamaz, özgürlük bölücü olamaz' diye eklediğinde bu sebeplerin en önemlisinden başlıyor.
İstanbul'daki gazeteciler, profesörler ve geri kalanlar güneş altındaki her konuyu sanki en önemli meseleymiş gibi tartışırken, içe dönme konusu bu tartışmalarda daimi bir faktör durumunda. Cumhurbaşkanının eşi türban takmalı mı? Atatürk bir 20. asır Thomas Jefferson'ı mıydı? Tepedeki İslamcılar veya laikler arasındaki gerilimi kırmak amacıyla düzenlenecek genel seçimleri kim kazanacak? Türk seçkinlerinin kendi aralarında konuştukları meseleler bunlar.
Bildik Doğu-Batı çatışması
Ancak bir adım geriye gidin. Haritaya ve Türkiye'nin güneydeki üç komşusuna bakın: Suriye, İran, Irak. Türkiye kendini tanımlamaya çalışan bir merkez. Eğilim laikliği ve Batılı aydınlanmayı ayrı şık tepside sunmak, kent ve kır yoksullarını Erdoğan'ın AKP'siyle birlikte kenarda bırakmak yönünde. Batı'ya karşı Doğu, eğitimliye karşı cahil: Bildik, basit bir çatışma yani.
Saçma da aynı zamanda.
Geçen hafta İzmir'de bir araya gelen laik göstericiler Brüksel'i kapıları açmaya çağırmadı. Tam tersine, sloganları milliyetçiydi, Avrupa'nın tekmelediği bir Türkiye'de konumlarını koruma kaygısı içindeydiler. Üyelik için yürütülen kampanyanın başını çeken, Kıbrıs konusunda generalleri küplere bindiren bütün o tavizleri öneren, Türkiye'nin üyelik hedefi için gerekli onca reformu yapan Erdoğan ve Müslüman destekçileriydi. Ve şimdi gidecek yerleri olmayanlar onlar.
AB yol haritasıydı
Bir seçim zaferi daha kazanıp iktidara geri dönecekler mi? Muhtemelen. AKP'nin ekonomide yaptıkları, yapacaklarının garantisi sayılacak
kadar fazla. Fakat Avrupa olmaksızın ortada bir yol haritası yok, değişim yönünde daha çok heves yok.
Türkiye dönüm noktasında bir ülke. Tahran, Bağdat ve olası karmaşa o kadar uzakta değil. Gelişen milliyetçilik ve bağların kopup heveslerin kırılması, Türkiye'yi daha kırılgan hale getiriyor.
Eğer Avrupa'ya yaklaşmazsa Türkiye nereye gider? Kıtamızın fiili kapı bekçisi olmayacaksa ne olacak?
Montparnasse'la Küçük Asya arası
3 bin kilometre olabilir belki, fakat bu bağdan kaçınmak asla mümkün değil. Sadece tek bir Türkiye var, o da modern bir kimlik için mücadele eden Türkiye. Ve heyhat, sadece ikiyüzlü bir Avrupa var, sözünü tutmayan, görevini savsaklayan ve kendi çıkarından bihaber bir Avrupa.