Svahili dilinde “maafa” kavramı felaket, berbat bir hadise ya da büyük bir trajedi anlamına gelir. Aynı kelime ayrıca, Afrika halkının yüzyıllar boyunca kölelik, emperyalizm, sömürgecilik, baskı, sömürü ve işgal nedeniyle yaşadıkları ıstırapları ifade etmek için kullanılır. Benzer bir şekilde bu emperyalist ve sömürgeci model, Orta ve Uzak Doğu’ya, hatta Güney Amerika’ya kadar genişletilebilir.
Bu soykırımı, insanlığa karşı bir suç olarak gören uzmanlar, bunun en büyük suçlusu olarak Avrupa’yı görmektedirler. Bu soykırım Afrika ve Asya yaşamını, din, gelenek, görenek, kültür, milletlerin kendi geleceğini tayin etme hakkı, kimlik ve ahlak gibi konular başta gelmek üzere, her boyutuyla derinden etkilemiştir. Önce, bu toplumların sosyal ve ekonomik dokusu tahrip edildi, daha sonra ise sömürgeci işgallerle işgal edilen topraklarda yaşayan yerli halk tecrit edildi.
Hiç şüphesiz Afrika insanlık tarihinde en çok istismar edilen ve boyun eğdirilen kıta. Sadece Afrika’daki mağdur insanların sayısı, diğer bütün kıtalardaki mağdur insanların sayısının toplamından daha fazladır. Afrika halkının bugünkü durumunun en önemli sebeplerinden biri insan ve mineral kaynaklarıdır. Fakat İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ve “terörle mücadele” olarak bilinen (İslam’la mücadele olarak da okunabilir) oluşumun sonucu olarak, illegal istilalardan mağdur olan kişiler artık Afganistan, Irak, Libya, Suriye ve Yemen’de de oldukça fazla.
Malcolm X beyaz liberaller için, “Bu, yüzüne gülen ve bir akıl hastanesinin içinde olduğunu unutturan Kuzey yılanlarıyla yürümek yerine, sürekli çıngırdayarak nerede olduklarını hatırlatan çıngıraklı yılanlarla birlikte yürümeyi tercih ederim.” Bu sözü, bugünkü yeni muhafazakarlar için de uyarlayabiliriz.
Şu anda Avrupa’nın karşısındaki mülteci krizi, 500 yıl kadar önce başlayan Afrika soykırımın doğrudan bir sonucudur. Kendi topraklarında gerçekleşen bir sömürgecilik faaliyeti bağlamında köle ticareti olarak başlayan şey, daha sonra emperyalizm ve yabancı toprakların sömürgeci işgali biçimi olarak Afrika’ya taşınmıştır. Afrika yüzyıllar boyunca coğrafi, tarihsel, zihinsel, kültürel, sosyal ve politik olarak işgal edilmiştir. Son yüzyılın ikinci yarısı boyunca, “uhuru” (bağımsızlık) fikri kıta boyunca yayılmış ve sonunda Afrika’ya “demokrasi ve medeniyet” geldiğine dair bir izlenim yaratılmıştır. Avrupalı sömürgeciler arkalarında, doğal kaynaklarından mahrum edilmiş bir kıta bırakmışlardır. Yerel ekonomi sistemi de paramparça edilmiştir.
Muazzam doğal zenginliklerine rağmen Afrika ve Asyalılar, bir çölün vatandaşları gibi yaşamışlardır. Afrika liderliği, kıtanın en güçlü kaynağını; halkı elde tutmak ve canlandırmak konusunda başarısız olmuştur. Afrika’nın karşısındaki en büyük tehlike ne HIV ne de savaştır. En büyük tehlike hâlâ, sömürgecilik sonrası imparatorlukların vekili olarak yetiştirilen, miyop, bencil, gelişme karşıtı liderlerdir. Bu liderlerin alamet-i farikaları, saflık, tasavvur eksiliği, fırsatçı, asalak ve tamamen tehlikeli olmalarıdır. Bu kuklalar, Meles Zenawi, Paul Kagame, Sassou Nguesso ve Joyce Banda’dır. Biz de, sıradan vatandaşlar olarak, sorumluluk sahibi bir lider seçmekteki ahlaki görevimizde başarısız olduk.
Avrupa’nın çoğu bölgesini vuran mülteci krizi işte bu tarihsel bağlamda ele alınmalıdır. Yakın tarih “ulusal güvenlik” adı verilen yeni bir sömürgecilik ortaya koymuştur. Birleşik Devletler ve Avrupa (NATO), “terörle mücadele” ve “ulusal güvenlik” kisvesi altında zayıf ve yoksul ülkeleri istila etmiştir. Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Cezayir, Yemen ve Filistin’deki illegal saldırılar sonucunda yüz binlerce masum erkek, kadın ve çocuk öldürüldü.
Milyonlarca kişi evsiz kaldı ve kendi ülkelerinde, mülteci kamplarında yaşamaya başladı. Sayısız hayat paramparça edildi. İnsanlar muhtaç ve umutsuz bırakıldı. Bu çatışma alanlarındaki ortak etken, ABD, Avrupa ve ittifaklarının elleridir. Bu gerçeklik inkar edilemez. Savaş ve mültecilerin (ekonomik kaygılarla göç eden kişilerle karıştırılmamalı) karşılaştığı git gide artan zorluklar arasındaki ilişki, o kadar da büyültülemez. Savaş nedeniyle iltica eden binlerce kişinin yine gidip, doğrudan (Libya, Irak, Afganistan gibi) ya da dolaylı (Suriye gibi) olarak kaçtıkları yerleri tahrip eden, harap eden ve yıkan Avrupa ve NATO ülkelerinde barınmaya çalışması, hem ironik hem de trajiktir.
İsrail’in de bu krizlerdeki rolünü unutmamak gerekir. İsrail 1948’de tarihi Filistin’i işgal ettiğinde, Filistin’lere yönelik bir etnik temizlik ve soykırım programı içine girdi. Irgun, Stern Gang ve Haganah gibi örgütlü terör grupları, binlerce Filistinliye yönelik şiddet uygulayarak onları kendi memleketlerinden dışarı attı. Bu kişiler bugün hala mülteci. Bölgede bulunan, Avrupa’ya gelip, daha verimli meraların arayışında olan çok sayıda evsiz kişinin arasında katıldı.
Arap Birliği ve Körfez İşbirliği Ülkeleri’nin hepsi aile derebeylikleri. Bu ülkeler için demokrasiden bahsetmek mümkün değil. Mülteci akını bu ülkelerin otokrasilerini ve uzun vadede ayakta kalabilme yetilerini tehlikeye atabilir. Şu anda Batı ülkelerinden gelen askeri destek sayesinde hala güçlü kalabiliyorlar.
Tüm halk yerinden edildi. Kayıp bir çocuk nesli yaratıldı. Bu travma bu çocukların tüm yaşamını şekillendirecek. Uzun vadedeki etkiler bu çocukları şiddete, holiganlığa, uyuşturucu bağımlılığına ve depresyona itme potansiyeli taşıyor.
Mültecilerin karşılaştığı bir diğer acı ve zorlu sınav ise Avrupa’daki kapitalizmin vahşi yüzüdür. Kendi hayatları için korkan ve Afrika ve Orta Doğu’daki savaş bölgelerinden kaçan umutsuz insanlar, polisin copları, göz yaşartıcı gazları, sınırları ve dikenli tel bariyerleri, yetersiz yiyecek ve su ve kabul edilemez sağlık koşulları ile karşı karşıya kalmak zorundalar. Ekonomik sömürü ise üstesinden gelmeleri gereken bir diğer problem.
Kuzey Kaliforniya’daki Leverne Üniversitesi’nde İngilizce Profesörü olan William A. Cook, bir zamanlar şöyle yazmıştı: “İnsanlar, kendileri için ağlayamayan insanlar için ağlayıp, adalet diye haykırdığında, zaman gelmiş demektir.”
İşte o zaman, bu zamandır.
İbrahim Vawda, Araştırmacı, Media Revire Network, Johannesburg, Güney Afrika
Dünya Bülteni için çeviren: Cansu Gürkan