Evvelce özerk 27 ulusun egemen hakları, Lizbon Anlaşması yürürlüğe gireli beri Brüksel’deki siyasi komiserliğe devredildi. Anlaşma artık ulusların ve ulusal vatandaşların mevcut olmadığını ve fakat Avrupa ve Avrupa vatandaşlarının mevcut olduğunu tespit ediyor. Bunun özgürlüğe, demokrasiye ve güvenliğe doğru atılmış bir adım olduğuna inandık. Lizbon Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinden bir gün önce, AB devletleri Amerika’nın dayattığı, Avrupa’daki merkezi mâli hizmet sağlayıcı Swift’in bankacılık verilerinin ABD’ye verilmesini kabul eden - Almanya İçişleri Bakanı de Maiziere faal destek verdi - bir anlaşma hakkında karar vermek durumundaydı.
Washington bu anlaşmayı komisyon başkanı Barroso’nun rızasıyla hazırladı. Avrupa Parlamentosu bir gün önce, yetkisini kullanmadan evvel engellenmiş ve bu sûretle meseleyle ilgili olarak sesini çıkarma hakkı elinden alınmıştı. Swift’in mâli hizmet şubesi Belçika’da bulunuyor ve dünya çapında 8.300 banka arasında günde 15 milyon mâli işlem yürütüyor. AB’nin ABD kaza yetkisine teslim olması yüzünden Avrupa’daki tüm finans akışı artık CIA ve diğer Amerikan-İsrail istihbarat teşkilâtları tarafınca izlenecek.
Avrupalı politikacılar haklı olarak Barroso’yu Avrupa’nın veri muhafazasına zarar verme işinde “ABD’nin yardakçısı” diye tanımladılar. Amerikalılar o tarihten beri her bir veriye mesela sadece Almanya’dan Çin veya Güney Amerika’ya değil ayrıca Almanya içi örneğin Hamburg içi veya Hamburg’dan Köln’e yapılmakta olan herhangi bir para nakli verisine de erişebiliyorlar. Veriler hatta ki masum vatandaşların verileri bile beş yıl boyunca saklanacak. Elbette ki bankalar ve müşterileri pahasına. Veri güvenliği uzmanları Almanya Federal Hükümeti’ni bilhassa da içişleri bakanını ABD’nin dayatmasıyla AB’nin boyun eğişine rıza gösterilmesine karşı uyardılar. İçişleri bakanı henüz rıza göstermedi ama çekimser kalmak sûretiyle veri erişimine bile bile izin vermiş oluyor.
AB, ABD yönetimine ve ajanlarına ağa erişim izni ve mâli verilerimiz üzerinde tasarrufta bulunma araçları verdiği takdirde Almanya’daki veri muhafazası ne için? Eğer ABD uydu devletlerinden mâli hizmetler ve diğer hizmetler hakkında bilgi isterse, sunulan gerekçe güya terörle savaş – her zaman olduğu gibi. Hatırlayın, Amerika’nın askeri sanayi kompleksinin, uyuşturucu ve petrol lobisinin Afganistan’daki savaşına Almanya’nın mâli ve askeri katılımının gerekçesi yine terörle savaştı. Askeri konuşlanmanın sebebi hakkında uzun süredir yalan söyleniyor ve barışı koruma misyonu kılıfında sunuluyor. Ama nihayet savaşı kabul eden savunma bakanı hakikati ifşa etti ve SPD, Yeşiller dâhil herkesi şoka soktu. Böylece anayasasının Almanya’nın bilhassa da alıp vereceğimiz hiçbir şeyin olmadığı, çıkarlarımızın etkilenmediği bölgelerde savaşa katılmasına izin verip vermediği sorusu üzerinde tartışma başlattı.
Aynı şekilde, ABD’ye giriş yapma kurallarının daha da sıkılaştırılması güya terörle savaşla hizmet ediyor. Geçmişte havayolları yolcuların tüm şahsi bilgilerini ABD’ye varmadan evvel veriyorlardı ki uygun şekilde kontrol edilebilsinler. Şimdi bu sıkı kontrol birdenbire yetersiz geldi ve yolcular kendi havalimanlarında tarayıcıdan geçmek zorundalar. CIA ve benzeri istihbarat teşkilatlarının bu çıplak fotoğraflara erişmeleri bir diğer tırmanma olabilir.
Almanya İçişleri Bakanı de Maziere ve parti arkadaşı Bosbach, uçak yolcularının çıplak tarayıcıdan geçirilmesine hükümetlerinin rızası olduğunu çoktan ilettiler, ki özel alanı ihlal etmekte ve Almanya anayasasına aykırılık teşkil etmektedir. İnsan hakları ihlallerine karşı direnişin üstesinden gelme niyetlerini beyân etmişlerdi. Alman medyasının çığlığı nerede? Görünüşe bakılırsa çoktan hizaya getirilmişler.
Bu satırların yazarı II. Dünya Savaşı ve diktatörlük sonrasında kişisel özgürlüklerin ve demokrasinin yüzyılımızın en değerli siyasi kazanımları olduğu görmüş bir nesilden geliyor ve bu kazanımları her daim savunmuştur. Şimdi şunlarla yüzleşmeliyiz:
- Savunucusu olduğumuz Alman halkı artık yok ve Almanya’da alacalı bulacalı bir nüfusun varlığını kabul etmek zorundayız.
- Bir Alman ulusu ve Alman ülkesi artık yok. Lizbon anlaşmasıyla her ikisi de çözüldü ve ne demekse, Avrupa vatandaşı olarak yorumlandı.
- Vatandaşların siyasi katılımı, gücün yoğunlaşması ve AB bünyesindeki hiyerarşik yapı eliyle iptal edildi. Bu yoğunlaşma süreci, 20 yıl öncesine kadar var olan yerel meclislerin yüzde 60’ını yok etti. Vatandaşların katılımı daha dolaylı, daha zayıf ve daha bir gayri demokratik. Yönetim artık aşağıdan yukarıya değil yukarıdan aşağıya.
- Bilhassa da iktisâdi manada özgürlüğümüzü kaybettik. Düzinelerce otorite, her bir müteşebbisin hayatını düzenliyor. Neyi yapabileceğini, neyi yapamayacağını onlar tâyin ediyor ve gelirinin yüzde 60’tan fazlasını devlete vermek zorunda. Beyaz ve mavi yakalıların bile işe gidip geçimlerini temin etmek yerine sosyal yardıma bel bağlaması daha kârlı.
Yukarıda belirtilen örnekler, okyanusun öteki yakasındaki büyük biraderin iradesi doğrultusunda kişisel özgürlüklerimizin, bütünlüğümüzün ve insan haklarımızın ne ölçüde zayıflatıldığını göstermektedir. Amerika’nın emriyle anayasaya aykırı bir savaş yürütüyor, CIA’nin tüm iletişimimizi izlemesine izin veriyoruz (echelon sistemi), mâli işlemlerimizi Amerikalı ajanlara ve örgütlere vermek zorundayız (Swift); ve hatta kendimizi Amerikan otoritelere çıplak olarak sunmalıyız (vücut tarayıcıları).
İnsanlar anayasal haklarının, insan haklarının ve şahsi bütünlüklerinin ihlal edildiğini fark eder etmez, ihanete uğramış halkların şiddetli tepki vermeleri durumunda politikacılarımız şaşırmamalı...
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı