Avrupa'nın İslam'ı entegre etmeyi başaramamasının nedeni otoriter laikliğe bağlılığı. Laik Avrupa devleti hayatın her alanını kontrol ediyor ve özellikle din kısıtlanıyor. Göçmenlerin kimliklerinin esasen dini olan yapısını reddeden bu 'liberal-eşitlik' modeli, sonuçta 'laik aynılığı' dayatıyor
Anglikan Kilisesi Başpiskoposu Rowan Williams, Britanya'nın şeriat hükümlerini bazı alanlarda kabul etmesi gerektiğini söyleyerek muazzam bir tartışmayı ateşledi. Oysa Britanya'da yaşayan 1,8 milyon Müslüman'ın dini pratik ve inançlarını Britanya yasalarına entegre etmek gibi zararsız bir niyet içindeydi.
Ne var ki başpiskoposun Müslümanlara, laik ortak yasalar haricinde İslami mahkemelerde ayrı bir yargı seçeneği tanınması önerisi, onlara başka diğerlerine başka yasa isteği gibi algılandı. Bu kışkırtıcı fikir (sonradan Willams tarafından düzeltildi) devlet içinde devlet yaratılacağına dair öfkeyle, şeriata verilecek her türlü iznin, şeriatın daha aşırılık yanlısı yönlerine de yol açacağına yönelik bir korku doğurdu. Ne yazık ki medya fırtınası arasında asıl mesaj kaybolup gitti. Oysa aslında, laik devletin otoritesinden ve bunun genelde dini azınlıklar, özelde Müslümanlar üzerindeki etkisinden bahsedilmekteydi.
Kamu yararı zedelenmemeli
Zira Williams'ın gerçek hedefi gitgide otoriterleşen modern liberal devletin din karşıtı yapısıydı. Militan laiklik Fransa'da başörtülerini ve duvara asılan haçları yasakladı. Britanya, evlat edinmek isteyen aynı cinsiyetten çiftleri seçmediği için, 'Roman Katolik evlat edinme kurumları'nı yasakladı. Laik İtalyan solcular ifade özgürlüğü adı altında, Papa 16. Benediktus'un Roma'daki La Sapienza Üniversitesi'nde yapacağı konuşmayı engelledi.
Williams'ın vicdan özgürlüğüne ilişkin haklı dini kaygıları, aslında Batı'nın göreceliliğe dayanan ve saldırganlaşan laik kültür içinde büyüyen ve yabancılaşan dindar Müslüman azınlığın entegre edilememesinin doğuracağı sonuçlardan duyduğu kaygıları yansıtıyor.
Ancak başpiskoposun önerdiği çözüm 1960'ların liberal çokkültürlülüğünün hatalarını tekrarlıyor. Aynı mekânı paylaşsa da ayrı hayatlar süren cemaatler fikrini yeniden öne sürmekle, farkında olmadan ayrımı güçlendiren ve 'tüm vatandaşları bağlayan kamu yararı'na dair anlayışı kıran bir senaryoyu onayladı.
İslam'ın laik demokrasilere entegre edilmesi, tüm Batı dünyasının karşısına dikilmiş ciddi bir sorun. Maalesef mevcut laik entegrasyon modellerinde sıkıntılar var. Çokkültürlülüğün Britanya ve Hollanda modelleri tüm vatandaşlara eşit hak sağlamayı umuyordu, ne var ki iki ülke de dine dayalı kültürel bağlılığı terk etmekle, çoğunluk ve azınlığın paylaşabileceği en önemli aracı kaybetti. Almanya Hıristiyan mirasından, kimliğini etnik açıdan ele alabilmek için uzak durdu. Her ne kadar sosyoekonomik hakları cömertçe dağıtsa da, Alman modeli Müslüman 'misafir işçiler'e vatandaşlık vermeyi ve sivil hayata katılımlarını reddetmeyi sürdürüyor. Fransa'da cumhuriyetçi idealler göçmenler açısından çekici olsa da, laiklik, kimliklerinin esasen dini olan yapısını inkâr ediyor. Fransız modelinin dine yer vermeyi reddetmesi, Fransız kimliği kavramının genişletilmesini de engelliyor.
Tüm Avrupa modellerinin sorunu şu ki, laik yasayı dini ilkelerin üzerine ve karşısına oturtuyorlar. Tarafsızlık ve hoşgörü sağlamak şöyle dursun, laik Avrupa devleti hayatın her alanını kontrol edip yasaları belirleme hakkını kendisinde görüyor ve devlet kısıtlamaları özellikle din üzerinde uygulanıyor. Kanunen laiklik, her türlü rakip egemenlik veya meşruiyet kaynağını yasadışı sayıyor. Siyaseten laiklik, kamusal tartışma ve karar alma mekanizmalarında dine bir önem vermeyi reddediyor. Kültürel açıdan laiklik, kendi norm ve standartlarını diğer tüm inanç sistemlerine dayatıyor. Sonuçta liberal eşitlik vaadi, laik aynılığın dayatılmasından başka bir şey olmuyor. Bu durumda çağdaş liberalizm dinlere kendi özerkliklerini veremiyor.
ABD'yse, bireysel hakların yanı sıra dini cemaatlerin özerkliğini de taahhüt eden bir devlet himayesi altında, dinin kamusal ifadesine izin veren güçlü bir vizyon sunuyor. ABD'deki azınlıklar ayrımcılığa maruz kalmış olsa da, ülkenin dini entegrasyon modeli dini, aşırı devlet müdahalesinden koruyor. Dolayısıyla devlete bağlılığınızla inancınıza bağlılığınız çatışmak zorunda kalmıyor. ABD'deki Müslümanların Avrupa'dakilerden daha az yabancılaşmış görünmesinin nedeni belki de bu. Avrupa'nın Aydınlanma anlayışı devleti dinden korumaya çalışırken, Amerikan sisteminde dini devletten koruma çabasının bu durumda etkisi var.
Hıristiyanlığa dayalı yeni anlaşma
Sonuçta Avrupa'nın İslam'ı entegre etmeyi başaramamasının gerçek nedeni laikliğe bağlılığı. Batı Avrupa dini azınlıkları başarıyla kapsamayı sadece dinle yeni bir anlaşma yaparak becerebilir. Laik liberalizm bu sonucu elde etmeye yetmiyor. Çelişki şu ki, diğer inançların kabul görmesi için Avrupa'nın din geleneği Hıristiyanlık da 'canlanmalı'. Laik ideolojilerin yapamadığını yaparak, insan idrakını aşan ancak ussal anlayış ve tartışmaya açık olan bir objektif gerçeği kabul etmekle, sadece Hıristiyanlık diğer dinleri ortak Avrupa projesine entegre edebilir.
Williams laik çokkültürlülük kisvesi altında dini savunmaya çalışacağına, Hıristiyanlık'la ulaşılacak din çoğulculuğunu savunmalıydı. Müslümanların çoğunlukla karşı çıktığı şey inanç farklılığı değil, inancın Avrupa bilincinde hiç yerinin olmaması. Bu nedenle Hıristiyanlığın Avrupa'da canlanması bağnaz bir proje olmaktan ziyade, Müslümanların siyasi entegrasyonu ve dinlerin barış içinde birlikte var olabilmesini sağlayabilecek tek temel.
Kaynak: Radikal